9 Haziran 2010 Çarşamba

“BÜYÜTÜLECEK BİR ŞEY YOK!..” (1)

(SAYIN YAZARIN İZNİYLE)


“BÜYÜTÜLECEK BİR ŞEY YOK!..”(1)

AV.CEMİL CAN

Otoriteye baş kaldırmamak lazım!..”
Fetullah Gülen ‘Hoca Efendi’

“Otoriteye karşı geldiler, İsrail ile anlaşmalıydılar, yanlış yaptılar, İHH’yi ilk kez duydum” diyen Fetullah Gülen “Hoca Efendi” ile taraftarları, 120 ülkedeki fakir çocuklara Türkçe eğitim yapan okullar açmışlar; sonra da sanki ülkemizdeki okuma-yazma sorunu çözülmüş gibi Türkçe Olimpiyatları düzenleyip, 72 milyon yoksul insanın karşısına geçip, yaptıkları iş ile övünüyorlar. İHH İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere karşı yaptığı ‘ablukanın delinmesi’ için “show” niteliğinde bir eylem yapıyor; 9 masum insanın ölümüne neden oluyorlar; sonra da utanmadan sıkılmadan 72 milyon insanın kendilerine inanmasını isteyip, bu yolda ölen “şehitler”in arkasından yürümelerini bekliyorlar!.. Türkiye’nin Başbakanı, başta ABD olmak üzere, pek çok ülkenin ‘terör örgütü’ kabul ettiği Hamas’ı “terör örgütü olarak kabul etmiyorum” diyebiliyor!..

AKP’lilerin hiç mi kusuru yok; ak sütten çıkmış ak kaşık gibi mi bu ‘mübarekler’!.. Yandaş gazetelerin, bu oyunu sezen yurtsever yazarları hedef gösterme ahlaksızlığına hükümet kanadından ses çıkartan yok… Cumhuriyet Savcılıkları bu haberlerden ‘haberdar olmadığından’ re’sen hareket edemiyorlar. AKP’nin şefleri, kendilerine yapılan en küçük bir eleştiriye dayanamazlar. Biraz muhalefet eden basının başına maliye müfettişleri ile vergi denetmenlerini üşüştürürler… Daha önce aynı şekilde hedef gösterilip öldürülmelerine neden oldukları aydınların, ‘niyazi’ muamelesine tabi tutulmasından hiç rahatsızlık duymayan bu yandaş kesimler, Filistinlilerin hakları söz konusu olduğunda ‘nazar değmesin’ pek duyarlı oluyorlar!..

İsrail yönetimine Tevrat’taki öğütleri hatırlatan Recep Bey’e, şimdi de Kılıçdaroğlu aynı kutsal kitaptan 8 ve 9’uncu emirlerini hatırlatıyor. “Çalmayacaksın” ve “yalan söylemeyeceksin” şeklindeki bu öğütler, birer emir olarak aslında Kuran’da da vardır. Aynı şekilde bu tür eylemler yasalarımızda da suç sayılmışlar. Kuran’da ‘zina’ da suç sayılmış olmakla birlikte, AB’ye girmek uğruna onu suç olmaktan çıkarmışlar; dini ‘savunmakla’ kendini görevli sayanlar, bu hususu niçin hiç sorgulamazlar, onu da anlayabilmiş değilim. Sanırım AKP’liler bu nedenledir ki, seçim zamanı gelmeden Kuran’a pek yanaşmak istemiyorlar! Belki de abdestli değillerdir, kim bilir! Öğütlerin Tevrat’tan verilmesi biraz da bu nedenle olsa gerekir!?..

Uluslararası ilişkilerde diplomasiyi ve diplomatik teamülü devreden çıkartan bir hükümetin, referans olarak Tevrat’ı ve dini değerleri göstermesinde şaşılacak ne vardır?..

Türkiye’de insan hakları ihlalleri yok mu?.. Bu ihlalleri yapanlar Filistin’de insan hakları savunuculuğuna soyunanlar ile onların destekçileri değiller mi?.. 3 yıldır Silivri’de ne için yattığını bilmeyen yazarlar insan değil mi? Onların hakları ihlal edilmiyor mu? Dünya çapında ünlü profesörleri hastane ranzalarına ‘kelepçeleyen’ kimlerdir?... Rektörlerin insan hakları ihlal edilmiyor mu?.. Komutanları ‘şamar oğlanına’ çeviren bu hükümet değil mi? Onların hakları ihlal edilmedi mi? Ordu komutanlarını, başsavcıları, emniyet müdürlerini sürüm sürüm süründürenler kimlerdir? Onların haklarını kim savunacak?.. Hadi çiftçi köylüdür ondan vazgeçtik. Tarım ve hayvancılık öldürülmüş o da önemli değil! Sanayici kan ağlıyormuş kimin umurunda!.. Başbakanın söylediğine göre işsizlik %14’lere ulaşmış. Açlık sınırının altında milyonlarca insan varmış geçin bunları Allah aşkına! İmam Hatiplere gelin!?..

Bunların varsa yoksa bütün dertleri Diyanet’teki personel açığı. Duyduğumuza göre 5000 personel açığı varmış. 8 yılda bu kadarcık açığı nasıl dolduramamışlar diye merak mı ettiniz? Merakınız içinizde kalmasın. Açıklayalım bari. Aksi halde, AKP’nin hizmetlerini kıskanan, ‘kronik’ bir muhalif olarak nitelendirilebilirsiniz beni. Diyanet’te kadro açığı son derece normaldir! Şimdi anlatacağım yöntem bir tür ‘hile-i şeriyye’(2) ve bilinçli bir tercihtir. Aslında bu duruma ‘kanuna karşı hile’ denir. Bu yöntemle, sadece Diyanet İşleri’nde değil, bütün kamu kurumlarına alınacak personel için “İmam Hatipli olmak koşulu’ fiilen hayata geçirilmiştir. Dinleyin: Kamu kurumlarından herhangi bir şekilde (emekli, ihraç vb.) ayrılan personelin yerine, yeni personel alınmıyor. Personel ihtiyacı ‘yatay geçişle’ Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan karşılanıyor. Böylece Diyanet İşlerinde her zaman personel açığı bulunuyor. Açığı kapatmak için alınacak olan yeni personel de doğal olarak İmam-Hatip mezunu oluyor. Çünkü Diyanet’te Hukuk, Siyasal Bilgiler ya da Tıp fakültelerinden mezun personele ihtiyaç olmaz. Bu yoldan bütün imam hatipliler, kamu kurumlarına dolduruluyor. Hepsi de yönetici olarak, camide imam da cemaati yönetmiyor mu? Bunda ne var?! Bu nedenle hangi kuruma giderseniz gidip yönetim kademesinde imamlar var… Hükümetin tek başarılı olduğu konu bu kadrolaşmalardır!.. Hakkını teslim etmek gerekir…

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluş ve görevlerini yeniden düzenleyen kanun tasarısı, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edilmiş. Genel kuruldan geçeceğine kesin gözüyle bakılabilir artık. Kabul edilen bir maddeye göre, 2010 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Yasası’nda yer alan sınırlamalara tabi olmaksızın, yıl içinde boş kadrolara açıktan 5 bin atama yapılabilecek… Vaktinde çocuklarını İmam Hatip Liselerine göndermeyenler dizlerini döver mi dövmez mi, onu bilemem!..

AKP’nin en fanatik savunucularından tanıdığım birkaç kişinin, İmam Hatip’li olmayan çocukları da bu nedenle işe yerleştirilemiyor… Öyle olmasaydı polis içinde “F Tipi” bir yapılanmadan söz edilir miydi?.. Emniyet Genel Müdür Yardımcılarından Emin Aslan’ın bile bunlardan korktuğu belli; onlardan söz ederken “malum yapılanma” diyor ve kendisine de ‘tuzak’ kuranların onlar olduğunu söylüyor!..

AKP iktidarında 2006 yılından bu yana Sağlık, Dışişleri ve gençlikten sorumlu Devlet Bakanlığı hariç, tüm bakanlıklara toplam 404 bin 161 personel ve sözleşmeli personel alındı. Aynı dönemde kamu idarelerindeki toplam memur ve sözleşmeli sayısındaki artışın 217 bin 663 kişide kalması, hükümetin sadece 404 bin kişilik kadrolaşmaya gitmekle kalmayıp, devletin mevcut kadrolarını da kendi kadrolarına dönüştürdüğünü ortaya koyuyor!..

Kadro şişkinliği nedeniyle “verimli” olmayan Kamu İktisadi Kuruluşları ile yine aynı nedenle hantallaşan devletin, bu yükünü özelleştirmeler ile azaltalım derken, yöntem AKP’nin elinde bir kadrolaşmanın aracı haline dönüştürüldü… Hükümete “AKP’lilerin Hükümeti” diyenler bu nedenle hiç de haksız değil!..
Dilerseniz birkaç satır da devletin yaptığı yardımlara ayıralım:
Erdoğan hükümeti, 2009 yılında devlet eliyle ‘yandaş vatandaş’lar yarattı ve bunlara 438 milyon TL’lik gıda, kömür ve barınma yardımı yaptı. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü’nün faaliyet raporuna göre; sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına aktarılan para, 2009 yılında 378 milyon 953 bin 256 TL’ye ulaştı. İktidarın son üç yılda dağıttığı (gıda, kömür ve barınma) yardımlarının devlete maliyeti 851 milyon 616 bin 463 TL’ye dayandı. Başbakan 9,3 milyar liralık zarar yarattı.(3) AKP il ve ilçe yöneticileri kendi yandaşlarının payına düşen miktarı adil(!) bir şekilde dağıttı. Bundan kimsenin kuşkusu yok. Sorun AKP’ye yakın olmayanların payı. Onları inşallah Gazze’deki Müslüman kardeşlerimize ‘insani yardım’ olarak gönderdiler, yoksa iki elimiz yakalarında kalır!.. İsrail askerlerinin gemide bulduğu milyon dolarları Erdoğan’ın bağırıp çağırmasından sonra, büyük olasılıkla geri verildiler de, sanırım Gazze’ye henüz ulaştıramadılar!..

Emperyalizmin “kalaşnikov tüfeği” PKK, sınırlarımız içinde her gün patlatılıyor! İsrail’in Mavi Marmara gemisine saldırdığı gün, İskenderun’da Deniz Kuvvetleri personeline namluları çevirmişler. Mehmetçikler, “AKP Show” arasında ebedi yolculuklarına uğurlanmışlar. “Şehit olan gemidekiler”, Mehmetçikler için ‘niyazi oldular’(!) diyenler var. Anadolu kan ağlıyor kime ne!.. Türkiye içinde bir şey yapamayacağını anlayan hükümet, bütün gücüyle türbinlere yönelmiş, Başbakan bağırıp çağırıyor… Varsa yoksa Gazze!... “Seçmene Selam” !..

Amigo mu istiyorsunuz? Bizde istediğin kadar…

İlk günlerde Erdoğan’ın sesi, Atlantik’in öte yakasından duyulacak kadar ‘gür’ çıkıyordu: “İsrail bölgedeki tek “dostunu” kaybediyor!” diyerek, Obama’ya sitem ediyordu… Obama “ölenlere üzüldüğünü” söyledikten sonra, “soruşturmanın İsrail tarafından yürütüleceğini” ilan etmesi, bize “oturun oturduğunuz yerde, yaptığınız show yeter!” anlamına geliyordu… Barzani bile İsrail’in saldırısına ‘saldırı’ demeyip, ‘üzücü olay’ demekle yetindi… ABD’nin ve Barzani’nin bu tavrına karşı hükümetten ‘tıs’ yok!.. İsrail’in güvenlik çıkarlarını korumasının ‘mutlak hakkı’ olduğunu söyleyen ABD Başkan yardımcısı Joseph Biden:” Büyütülecek bir durum yok!” diyerek, ölenlerin “şehit” bile olmayacağına vurgu yaparak, yeni bir “şehit mi, niyazi mi?” tartışmasını başlattı!.. Fetullah Hoca’nın fetvası da ‘niyazi’ yönünde olunca, ilk çark eden Bülent Arınç, son sözü meslektaşı Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’a vererek durumu biraz kurtarmıştı. Bu aşamada elbette vakıfların araya girmesi söz konusu olamaz, ancak herkes haddini bilirse işler tıkırında yürüyebilirdi!..

Allah’tan Saadet Partisi’nde aklı başında bir genel başkanı var. Kurtulmuş, olayda “hükümetin ihmali var” diyerek gerçeğin altını bir kez daha çizdi… Saadet Partisi’nin aklı başında Genel Başkanı Numan Kurtulmuş bakın ne demiş: “İsrail’in nükleer silahı var mı, yok mu” tartışmasında Türkiye çekimser kaldı. Aleyhte oy kullanamadı. Bundan daha ağırı 27-28 Mayıs’ta OECD’nin üyeliğini veto etmedik. Türkiye veto etseydi İsrail üye olamayacaktı… Hükümet, bu durumu “İsrail’i yanımıza aldık ki, kontrol edelim” cümlesiyle açıklamaya çalışmış. Davos’tan sonra, İsrail’le ‘Anadolu Kartalı’ tatbikatı iptal edilmişti. Meğer, bu iptalden sonra 4 askeri tatbikat anlaşması daha yapılmış!..

Bir tatbikatı iptal edip yerine 4 tatbikat için anlaşma yapmak da neyin nesiydi? Bu ‘tribüne oynamak’ halktan gerçeği gizlemek değil midir?

Bu olaylar sırasında hükümetin karşısında Silahlı Kuvvetlerden emekli bir paşa olsaydı, ne yapacaklarını çok iyi bilirlerdi; ama ABD olunca ‘duymazdan gelmek’ kulağa iyi geliyordu!..

Eylemi organize ederek hükümeti peşinden sürükleyen İHH Yardım Vakfı’nın sözcüleri, TV ekranlarında “gemiye ilk inen İsrail askerlerinin silahlarını alıp denize attık” diyerek, olayların bu hale gelmesinde fitili ateşleyenlerin kendilerini olduğunu itiraf ettiler!.. Bu fırsattan yararlanarak, benzer eylemleri sürdürecekleri ‘müjdesini’ de verdiler… (4) Ben de size müjdeliyorum; müjdemi isterim!..

Sanki bu beylerin tek derdi, hükümeti köşeye sıkıştırmaktı!..

“TBMM, Türk hükümetinden İsrail ile siyasi, askeri ve ekonomik ilişkilerimizi gözden geçirmesini ve gerekli etkin önlemleri almasını beklemektedir” cümlesine AKP Grup Başkanvekili Kılıç, itiraz edip iki gün direndi… Sonunda muhalefetin ısrarları karşısında dayanamadı; karar oybirliği ile geçti…(5) İki gün direnmenin sebebi neydi, bu necip millet bunu da çok merak ediyor. AKP kanadından bu soruya hala yanıt gelmedi, geleceği de şüpheli!..

Dikkat ettiyseniz eğer, İsrail’in Mavi Marmara gemisine saldırmasından sonra hükümet, dış kamuoyundan çok içeriye dönük mesajlar vermeye başladı. Sabah akşam, aralıksız bu faaliyetlerine devam ediyor. Mümkün olsa, seçimlere kadar bu olayla idare edecekler!..

ABD basınında, yardım filosunu organize eden İHH’nın terör örgütleriyle bağlantılı bir örgüt olduğu iddia edildi.(6) Gerek İHH ve gerekse hükümet, bu haberi yalanlayamadı. Sakın böyle bir durumda iddianın kanıtlanabileceğinden korkmuş olmasınlar!..

“İkinci Ergenekon Davası”nda savunma yapan Levent Ersöz: Balbay ile Jandarma Genel Komutanlığının emriyle iki kez görüştüğünü ve bunu kayda aldığının doğru olduğunu, kayıttaki cümlelerin değiştirildiğini” ifade etti… Ersöz, Balbay’ın olduğu iddia edilen notlar için de “gerçekdışı” ifadesini kullandı!.. Bunu da satır aralarında bir yere sıkıştıralım...

Türkiye’nin resmi yardım kuruluşu Kızılay’dır. Kızılay’ı ‘by-pass’ ederek terör örgütleri ile ilişkili olduğu ileri sürülen bir İslamcı vakfın peşine Türkiye’yi takmak hangi aklın karıdır? İsrail’in elini bu kadar güçlendiren bir eylem, bugüne kadar yapılmış değildir. AKP’lilerin ve yandaş basının “diplomatik zafer kazandık” söylemi palavradan ibarettir… Kendi fikrini referans alan böyle bir hükümetin, bu dünyada bir eşi daha görülmemiştir.

DİPNOTLAR:
(1) ABD Başkan yardımcısı Joseph Biden
(2) Hile-i şeriyye: Tam olarak, "şeriata uygun hile" anlamındadır. Çağdaş hukukta “hukuku dolanmak” kavramı ile de benzeşim kurulabilir. Örneğin emekli sandığı kız çocuklarına vefat etmiş babalarının emekli maaşlarından maaş bağlanır. Bu maaş kızların evlenmeleri halinde kesilir, boşandıklarında ya da eşleri öldüğünde tekrar bağlanır. Babası yaşarken evlenmiş bir hanım efendi düşünelim. Babası vefat ettiğinde kocası ile anlaşıp mahkeme kararı ile boşanırsa, kendisine maaş bağlanacaktır. İşte kocası ile anlaşıp boşanır ama, birlikte yaşamaya da devam ederler. Haliyle hukuk dolanılmış olur.Garip bir Türkiye gerçeğidir bu durum.
Şeri hukukta ise hile-i şeriyye en çok hülle olayında yapılmıştır. Şeriata göre eşini talak-i selase ile (üçlü boşanma) boşayan kişi, eşi başka biri ile evlenip boşanmadıkça onunla tekrar evlenemez. İşte hile-i şeriyye burada devreye girer. Hülleci ile kadın usulen evlenir, sonra hülleci kadını boşar ve eski kocası ile evlenir kadın. Bu tür işlere bizimkiler ‘şeriatın incelikleri’ de derler… (Ekşi Sözlük)
(3) 06.06.2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi,
(4) 03.06.2010 CNN Sabah Haberleri
(5) 03.06.2010 Cumhuriyet Gazetesi)
(6)Bugünlerde ‘kutsal kitap’ gibi yere göğe kondurulamayan Amerika’nın Washington Post gazetesindeki bir makalede:” İHH’nın Hamas’a maddi destek sağlamak için kurulmuş ve ABD tarafından 2008’de terör örgütü listesine alındığı “İyilik Birliği” koalisyonunun bir parçası olduğunu” belirtilmiş… (İngilizce bilenler aşağıdaki bağlantısı verilen makaleyi okuyabilirler)
http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2010/06/02/AR2010060203561.html



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder