18 Temmuz 2012 Çarşamba

UZUNCA BİR TATİL

Yarından itibaren her iki blog sayfam da uzun bir tatile giriyor. Biraz kıskandıracağım belki ama, yaş ilerledikçe insanın gözü daha çok tatile düşüyor. Bazı yapılacaklar sanki hiç yetişmeyecekmiş gibi… Ama derler ya hani, sayılı gün çabuk geçer, elbet benim uzun dediğim tatil de bitip haneye dönüş vaki olacak…

Şu anda okunup bitmiş 12 kitabın tanıtılması eylüle kalmış durumda. Elbette geçecek 45 gün içinde bunlara birçok kitap daha eklenecek. Bakalım bu yaz okumalarının tanıtımları ne zaman tamamlanabilecek!
Şimdilik planlanan tatil üç parça. Önce bir hafta Bozyazı var. Eski evin gözden geçirilip havalandırılması şart. İnsan olmayınca evler daha mı çabuk yaşlanıyor ne?
Sonra aybaşında Didim Akbük var, son yedi senedir olduğu gibi.
28 Ağustos 2 Eylül arasında ise Makedonya seyahati sırada olacak.
Bu üç parçalı tatil sırasında elbet geri dönüşler var ama bloga uğrarmıyım bilmiyorum. En azından uğrayan dostları görmek niyetim var, bakalım…
Bu parçalı tatil sırasında düşündüğüm sürpriz kaçamaklar olacak. Ama şimdilik bunları dillendirmeyeyim. Gerçekleşirlerse bunların hepsi birer ayrı anlatı konusu olacak!

Eee, ne diyelim söz biter, yazı kalır baki.

Hep vedalarda bu şiiri kullanıyorum ama, Nazım baba’da ne söylemiş ama, ekleyecek tek kelime bile bulamıyorum;


“Hoşça kalın
Dostlarım benim
Hoşça kalın!
Sizi canımda
Canımın içinde,
Kavgamı kafamda götürüyorum.
Hoşça kalın
Dostlarım benim
Hoşça kalın...
Resimlerdeki kuşlar gibi
Dizilip üstüne kumsalın,
Mendil sallamayın bana.
İstemez...
Ben dostların gözünde kendimi
Boylu boyumca görüyorum...
A dostlar
A kavga dostu
İş kardeşi
A yoldaşlar a..!!.
Tek hecesiz elveda..
Geceler sürecek kapımın sürgüsünü,
Pencerelerde yıllar örecek örgüsünü.
Ve ben bir kavga şarkısı gibi haykıracağım
Mapusane türküsünü.
Yine görüşürüz
Dostlarım benim
Yine görüşürüz...
Beraber güneşe güler,
Beraber dövüşürüz...
A dostlar
A kavga dostu
İş kardeşi
A yoldaşlar a..!!.
ELVEDA..!!.......”

17 Temmuz 2012 Salı

HAZİRAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 4

KİTABIN ADI : Bir Yılbaşı Öyküsü (A Christmas Carol)

KİTABIN YAZARI : Charles Dickens
KİTABIN ÇEVİRMENİ : Çiçek Eriş
KİTABIN YAYINEVİ : T. İş Bankası Kültür Yayınları
KİTABIN BASKI YILI : 2010
KİTABIN BASKI SAYISI : 1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 82 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ:  10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 10/10

YORUM:
Charles Dickens, ülkemizde “Oliver Twist”, “İki Şehrin Hikayesi” gibi önemli romanlarıyla tanınmakta. Hikayecilik yanı çok göz önünde değildir. Bu uzun hikayesi Noel ve Yeni yılla ilgili. Her ne kadar yayınevi, kitabı çocuk kategorisine sokmuş ise de, özellikle hayaletlerle ilgili bölümler çocuklara hitap etmiyor.
Hikayenin kahramanı Scrooge, ortağını kaybettikten sonra iyice içine kapanmış ve etrafına hayrı dokunmayan bir pinti halini almış. Bir Noel arifesinde, ölmüş ortağının hayaleti ortaya çıkarak, geçmiş, şimdiki ve gelecek Noel hayaletlerinin kendisini ziyaret edeceğini bildirir.
Scrooge, bu hayaletlerin ziyaretiyle yaşamının tamamen değişeceğinden habersizidir.
19. yüzyıl İngiltere’sinin taşra kasabalarındaki insan yaşamı ve ekonomik durumdan çarpıcı kesitler sizleri bekliyor.

Charles Dickens (7 Şubat 1812 – 9 Haziran 1870), İngiliz yazar.

Memur bir babanın oğlu olarak 1812 yılında doğan Dickens'ın ilk yılları refah içinde geçse de babasının borçları yüzünden hapse girmesiyle sefaletle tanıştı. Henüz 11 yaşında iken bir boya fabrikasında çalışmak zorunda kaldı. 15 yaşında bir avukatın yanına giren genç Dickens, öğrenmeye meraklı olduğu için boş zamanlarında stenografi öğrendi. 1835 yılında Morning Chronicle gazetesine stenograf olarak girdi ve 1835’te “Boz” takma adıyla Boz’un Karalamaları başlığında notlar yayımlamaya başladı.
1837'de ise esas onu ünlendirecek olan Bay Pikvik'in Serüvenleri adlı kitabını yayımladı. Aynı yıl içinde Catherine Hogarth ile evlendi. 1840 yılında ölen baldızı Mary’e ithaf ettiği Antikacı Dükkanı romanını yayımladı.
1840'ta Amerika’ya gitti ve burada büyük bir coşkuyla karşılandı, ama Genel Okur İçin Amerika Notları kendisini o kadar içtenlikle ağırlamış olanlarda şiddetli tepkilere yol açtı. 1843 ile 1846 arasında bol bol seyahat eden Dickens, bu seyahatlerde dönemin ünlü yazarlarıyla tanışma fırsatı buldu. Bu dönemde yine Daily News gazetesini ve Household Words dergisini çıkardı.
1858 yılında karısından ayrılan Dickens, bu dönemden itibaren yine sık sık seyahate çıktı, konferanslar verdi. Ama sonunda çok yoruldu ve Gadshill’deki evinde istirahate çekilmek zorunda kaldı. 1870’te de şöhretinin zirvesindeyken öldü. Mezarı Londra'daki Westminster Kilisesi'nde bulunmaktadır.



16 Temmuz 2012 Pazartesi

DÜNYADA MİLLİ MARŞ GELENEĞİNİ İLK BAŞLATANLAR TÜRKLERDİR

12 Martın İstiklal Marşımızın 92. Kabul yıldönümü vesilesiyle 8 Mart 2012 tarihinde Zeytinburnu ilçesinde kızımın öğrenim gördüğü Kazlıçeşme Abay İlköğretim Okulunda bu konuda bir konferans verdim.

Bu vesileyle milli marşlar konusunda küçük çaplı bir araştırma yaptım. Bu sırada aklımı “acaba dünyada ilk defa hangi millet milli marşı bestelemiş” diye bir soru aklıma takıldı. Bu hususta İngilizce internet sitelerini taradım.
Sonuçta dünyada ilk marş olarak 1560’larda belirli günlerde çalınan Wilhelmus marşının adını geçmektedir. Bu Hollanda ulusal marşının en eski şeklidir.
Fakat bugünkü modern manada resmi ilk marş olarak İspanya’nın 1770 yılında bestelenen Marcha Real isimli marşı kabul görmektedir.
Türkçe wikipedia’da ise “En eski millî marş; İngiltere`de 18. yüzyılın ortalarından beri kraliyet törenlerinde söylenen ve 1825`te millî marş ilân edilen God Save the King/Queen” adlı marştır.” denilmektedir.
Osmanlı Devleti’nde milli marş var mıydı? diye internet kaynaklarını taradığımda Osmanlı’da hiç marş yoktu diye yazanlar da, bazı padişahlara özel marşların olduğunu söyleyenler de vardı.
Osmanlı’da marş yoktu şeklindeki temelsiz görüşleri geçelim. Padişahlara mahsus marşlar meselesine ana hatlarıyla değinelim.
Sultan II.Mahmud zamanında uygulamada başlayan reform hareketleriyle bir Batı musiki ve gelenekleri de kabul edilmeye başlandı. Özellikle çok sesli müzik ve türleri Osmanlıların hayatına girmeye başladı. Bu meyanda Batı’dan getirilen besteciler İmparatorluk Marşı diyebileceğimiz padişahların hükümranlığını simgeleyen marşlar bestelediler.
Mesela II. Mahmud için Mahmudiye Marşı - 1808-1839 yılları arası kullanıldı. Guiseppe Donizetti ve kardeşi Gaetano Donizetti besteledi.

Tanzimat Devri sırasında Mecidiye Marşı bestelenmiş ve bugün Türkiye Cumhuriyeti`nin kullandığı “Beyaz ay yıldızlı al bayrak” resmi bayrak olarak kabul edilmiştir. Osmanlı’da padişahlara özel resmi marşlar şunlardır:

Mecidiye Marşı - 1839-1861 yılları arası kullanıldı. Guiseppe Donizetti tarafından Abdülmecit için bestelendi.
Aziziye Marşı - 1861-1876 yılları arası kullanıldı. Callisto Guatelli tarafından Abdülaziz için bestelendi.
Hamidiye Marşı - 1876-1909 yılları arası kullanıldı. Necip Paşa tarafından II. Abdülhamit için bestelendi.
Reşadiye Marşı - 1909-1918 yılları arası kullanıldı. Italo Selvelli tarafından Mehmet Reşat için bestelendi.
Ve 23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM kurulduktan ve yeni bir devlet inşası için mücadele edilirken bir marşın gerekliliğini siyasilerden önce ordu hissetti. Çünkü Türk Ordusu en eski tarihlerden beri musiki ile hareket etmiştir. Elbette milli marş olarak padişahların saltanat dönemine ait marşlar kullanılamazdı. Yeni ve millete ait bir marş bestelenmeliydi.
Milli marş ihtiyacı ortaya çıktığı 1920 yılı henüz TBMM yeni açıldığı, Kurtuluş Savaşı’na hazırlıkların sürdüğü çok sıkıntılı bir dönemdir.
Buna rağmen bir milli marş yazılması için Erkan-ı Harbiye, yani Genelkurmay Başkanlığı Milli Eğitim Bakanlığından istekte bulundu.
Bunun üzerine bakanlık 7 Kasım 1920’de milli marş için yarışma açtı. Bilindiği gibi 724 şiir arasından Mehmet Akif Ersoy’un şiiri 12 Mart 1921’de milli marş olarak kabul edildi.
Buraya kadar anlattıklarımız dünyada milli marşlar ve Türk milli marşları konusunda genel ve her yerde bulunabilen bilgilerdir.
Biz bu bilgileri eksik ve yanlış buluyoruz. Doğrusu dünyada ilk marş XV. yüzyılda değil, ondan çok daha önce M.Ö. asırlarda Türkler tarafından bestelenmiş olmasıdır.
Türklerin yaklaşık 4 bin yıllık musiki tarihi vardır. Ancak biz tarihi kayıtlardan takip edebildiğimiz kadarıyla 2500 yıl öncesinde M.Ö. IV. yüzyıllarda Hunlarda milli marşların olduğunu biliyoruz. Çünkü, Hunlarda Türk savaş tekniğinin vazgeçilmez unsuru olan musiki başka alanlarda da kullanılmaktaydı. Onlarda musiki sadece eğlence, hoş vakit geçirme aracı değildi. Milli vasfı vardı. Hunlarda musiki o kadar gelişmişti ki, Çinlileri büyük oranda etkilemişti. Bugün bile Çin musikisindeki bazı enstrümanlar Hunların izlerini taşırlar. Hunlar zamanındaki adı Tuğ olan ve vurmalı sazlarla nefesli sazlardan oluşan musiki orkestrasının Osmanlı’daki Mehterin temeli olduğu da bilinmektedir.

Mehter ile ilgili kayıtlara Türklerin en eski yazılı kaynakları olan Orhun Kitabelerinde de rastlanmaktadır. Bu kitabelerde mehter “Kübürge” ve “Tuğ” olarak geçmektedir.

Yine XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud’un ünlü eseri Divan-ü Lügat’it Türk’te Hakanların huzurunda müzik icra edildiği anlatılır. O zamanlarda küvrük (kös), tomruk (davul), çenk (zil) ve nay-i Türkî adındaki sazlardan oluşan “Tuğ”lar, savaşlarda ve özel günlerde müzik yapmaktaydılar. Ayrıca “Tuğ” Türklerde hâkimiyetin de sembolü olmuştur. Bu durum bize Türklerde musikinin resmi özellikler de taşıdığını göstermektedir. Yani milli marş gibidir. Belki bugünkü modern dünyada gelişimini tamamlamış marşların atasıdır.
Bu arada millî marş ya da ulusal marşın tanımına bakalım: Bir ülkenin bağımsızlığının ve gücünün simgesi olan, yurtseverlik duygusunun ifadesi olarak hükümet tarafından onaylanmış ya da halk arasında benimsenmiş, genellikle bestelenmiş haliyle çeşitli etkinliklerde seslendirilen sözlü müzik parçasıdır.
Hunlardaki ve Göktürklerdeki bahsettiğimiz musikiler bu tanıma uymuyor mu? Elbette uyuyor. Tarihimizin sayfalarını açmaya devam edelim.
Selçukluların T`abılhâne veya Nevbet hane dediği musiki kurumunda Hunlardan beri ikisi nefesli, dördü vurmalı altı temel çalgı yer almıştır: İslamiyet ten sonra adları zurna, boru (nefir veya şahnay), çevgan, zil, davul ve kös`e çevrilen yurağ, boygur, çöken, çanğ, tümrük ve küvrüke çeviren musiki aletleri kullanılmaya devam etmiştir. Savaşta ordunun önünde giden kös, davul, nakkare, zil, çevgan, çalpara, çengi harbi, zurna ve boru gibi yüzlerce vurmalı ve nefesli çalgının çalacağı musiki aynı zamanda savaş dışında tören ve oyun (spor) amaçları için özel olarak bestelenirdi.
Bütün İslam devletlerinde hükümdarlık alametlerinden biri olan tabihane (mehterhane) idi. Mehterin Osmanlı Devleti’ne Türkiye Selçuklu Devleti’nden geçtiğini biliyoruz. Selçuklu Sultanı III. Alaeddin Keykubat, Osman Gazi’ye 1299’da beylik alameti olarak sancak ile beraber davul vs. de göndermişti.
İşte bundan sonra mehter Osmanlıların milli marşı olmuştur. Çünkü bu tarihten itibaren Osmanlı Padişahları mehter çalarken Selçuklu’ya hürmeten ayağa kalkarlardı. Bu gelenek Fatih dönemine kadar devam etmiştir. Fatih Sultan Mehmed “iki yüzyıl evvel vefat etmiş bir padişaha ayağa kalmak lüzumsuzdur” diyerek, mehter çalınırken ayağa kalkma adetini kaldırdı.
Avrupa’da ve tüm dünyada mehter yüzyıllardan beri Türklerin simgesi olmuştur. Marş zaten bir milletin simgesi değil midir? Aynı zamanda mehter, birçok özelliğine ek olarak, dünyanın en eski ordu bandosu olarak bütün Avrupa askeri bandolarına örnek teşkil etmiştir.
Ancak, XIX. yüzyıla geldiğimizde mehterin milli marş özelliğini bırakarak, Avrupa’dan çok sesli musiki türünü kabul ederek padişaha özel yeni marşlar bestelemişiz. Ne hazin durum.
Sonuç itibariyle tüm bu söylediklerimizden dünyada en eski milli marşın Türklere ait olduğunu çıkmaktadır. Hatta Türkler, ilk milli marşlarını 1500’li yıllarda çalmaya başlayan diğer milletlerden, yaklaşık bin sene öncesinden marşın önemini biliyor ve kullanıyorlardı.
Bu hususta bilgi eksikliği olan Avrupa musiki araştırmacılarını mazur görebiliriz. Çünkü onlar mehter musikisinin sadece askeri kısmını görebildiler. Çünkü onların kayıtları çoğunlukla savaş kayıtlarıdır. Sadece orada mehteri görüyorlar. Onun için onlara göre mehter askeri musiki, ordu musikidir. Oysa mehter musikisi askerlik alanlarının dışında eski Türklerde ve Osmanlılarda bayramlarda, resmi törenlerde, yarışmalarda çeşitli milli etkinliklerde, bugün olduğu gibi kullanılıyordu. Bu sebeple resmi törenlerde musikiyi, yani marşı ilk kullananlar Türklerdi. Bugünkü marşların ortaya çıkmasına Türkler ilham vermişlerdir. Netice itibarıyla dünyada milli marş geleneğini Türklerin başlattığı bir hakikattır.

Doç. Dr. Abdulvahap Kara

http://abdulvahapkara.com/arastirma-konulari/tuerkiye-cumhuriyeti-tarihi/154-duenyada-mll-mar-gelenen-balatan-tuerklerdr.html



13 Temmuz 2012 Cuma

HAZİRAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 3

KİTABIN ADI : Esat Paşa – Çanakkale Savaşı Hatıraları

KİTABIN YAZARI : (Yayına hazırlayanlar) İhsan Ilgar – Nurer Uğurlu
KİTABIN ÇEVİRMENİ
KİTABIN YAYINEVİ : Örgün Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI : 2004
KİTABIN BASKI SAYISI : 2. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 541 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 9/10 (Dizgi hataları var)
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 8/10

YORUM:
Kitabın adından, yayının Esat Paşa’nın anıları olduğu gibi izlenim vermesine rağmen, yayına hazırlayanlar, Esat Paşa’nın anılarını çıkış noktası olarak almalarına rağmen anılar, konu içinde alıntılar biçiminde yer alıyor. Bu durumda kitabın 1. elden kaynak niteliği zedelenmiş vaziyette. Anıların ne derece özgün olduğu da şüpheli.
Kitaba ek olarak Esat Paşa ve kardeşi Vehip Paşa’nın biyografileri ile Cemil Conk ve Mustafa Kemal’in Çanakkale hatıraları da eklenmiş.
Eser toplama yayın biçiminde olduğundan daha çok, konuya ilişkin detay bilgisi eksik olan okura bilgi vermek yönünde bir özelliği var.
Takdir sayın okuyucunun.

Mehmet Esat Bülkat veya Esat Paşa (d. 18 Ekim 1862, Yanya - ö. 2 Kasım 1952 İstanbul) Balkan Savaşları sırasında Yanya'da gösterdiği müdafaa ve direnişi ile tanınan Esat Paşa, Çanakkale Savaşı'nda büyük kahramanlık göstermiş; düşman kuvvetlerinin boğazı geçip İstanbul'a varmasını önleyen kumandanlardan biri olmuştur.


1862'de Yanya'da dünyaya geldi. Babası, Yanya belediye başkanlarından Mehmet Emin Efendi'dir.

1890'da kurmay yüzbaşı olarak Erkan-ı Harbiye Mektebini bitirdi. Aynı yıl Almanya'ya giderek burada askeri görevlerde bulundu. Temmuz 1893'de Kıdemli Yüzbaşı olarak İstanbul'a döndü. 5 Kasım 1893'de Binbaşı oldu ve Osmanlı Ordusu'nu düzenlemekle görevli Goltz Paşa'nın yardımcılığına atandı.

Yanya'nın Yunanlara teslimi, Yunanistan Krallığı veliahtı Konstantin'e kılıçı teslim eden Esat Paşa (21 Şubat 1913)

Osmanlı-Yunan Savaşı çıkınca 18 Nisan 1897'de Yanya Kolordusu Kurmay Başkanlığı'na atandı. Burada gösterdiği başarıdan dolayı 31 Ocak 1898'de rütbesi albaylığa yükseldi.

1899'da Harbiye Mektebinin ders nazırlığına, daha sonra da kurmay başkanlığına atandı. Harbiye mektebindeki hizmetlerinden dolayı 27 Kasım 1902'de Mirlivalığa (tuğgeneral) ve 17 Ocak 1906'da Ferikliğe (tümgeneral) yükseltildi.

15 Temmuz 1907'de Selanik'teki 3. Ordu Komutan Yardımcılığına getirildi.

1911'de Gelibolu'da 5. Nizamiye Tümeni, çok geçmeden de Tekirdağ'da 2. Kolordu ve 12 Temmuz 1911'de İşkodra Müretteb Kuvvetleri Komutanlığına atandı.

İtalya'nın savaş ilan etmesi üzerine 16 Eylül 1911'de Yanya Bağımsız Tümen Komutanı ve seferberlik projesi gereği olarak 10 Ekim 1911'de Yanya Kolordusu komutanı oldu. Balkan Savaşları'nda 5 Mart 1913'e kadar Yanya ve civarını üstün düşman kuvvetlerine karşı savunarak büyük bir kahramanlık gösterdi.

16 Ocak 1913'de Tekirdağ'da 3. Kolordu Komutanlığına ve I. Dünya Savaşı'nda Gelibolu Yarımadasında 3. Kolordu ve Arıburnu Kuzey Grubu Komutanlığına atandı. Burada Çanakkale Boğazı'nın kilidi sayılan Conkbayırı'nı düşman kuvvetlerine karşı büyük fedakarlıklara katlanarak savundu. Çanakkale'deki hizmetlerine ödül olarak 15 Eylül 1915'de Tümgeneralliğe yükseltildi.

Goltz Paşanın Bağdat Komutanlığı'na gitmesi üzerine 3 Kasım'da 1. Ordu Komutanlığına atandı. Almanya'nın Doğu ve Batı cephelerini görmek üzere 1917'de Berlin'e gitti ve burada incelemelerde bulundu.

Yurda dönünce 21 Şubat 1918'de Bandırma'da 5. Ordu Komutanlığı'na ve 22 Haziran'da Batum'da 3. Ordu Komutanlığı'na atandı. Bundan sonra 2. Ordu Genel Müfettişliği'nden 22 Kasım 1919'da emekliğe ayrıldı. Hulusi Salih Paşa kabinesinde Bahriye Nazırlığı görevinde bulundu.

"Çanakkale Hatıraları" (4 cilt) ve "1912-1913 Balkan Harbi" adlı iki eseri vardır.

12 Temmuz 2012 Perşembe

BUNLAR KURAN'DA = DİNDE YOK

1- Kuran'ın tek başına yetersiz olduğu iddiası

2- Hadislerin dinin kaynağı olması
3- Mezhep alimlerinin fetvalarıyla helal haram belirlenmesi
4- Mezhep çıkarımlarına göre dini uygulamaların yapılması
5- Mezhepleri dinle eşitlemek
6- Kuran'ı musiki kitabı gibi anlamadan okumak
7- Kuran'ı ölüler için okunan bir kitaba çevirmek
8- Peygamber'in hadislerle Kuran dışı hükümler oluşturması
9- Tüm canlıların Peygamberimiz sayesinde yaratılmış olması
10- Peygamberleri yarıştırma, Peygamberimizi en üstün Peygamber ilan etmek
11- Peygamberimizin, Peygamberlik öncesi hayatını bile taklide kalkmak
12- Kuran eksiktir, detaylar başka kitaplardadır demek
13- Bazı kimseleri evliya kabul edip Cennetlik ilan etmek ve mezarlarında anormal saygı gösterileri yapmak
14- Tarikat şeyhlerini ilahlaştırmak
15- Tarikatlardaki rabıta gibi uygulamalar
16- Bir tek Sünnilerin veya bir tek Şiilerin Cennetlik olduğunu iddia etmek

17- Yahudi ve Hıristiyanların hepsini Cehennemlik ilan etmek

18- Dine Arap geleneklerini sokmak
19- Şahsi görüşlerine uydurmak için dini reformla değiştirmeye kalkışmak
20- Kuran dışında Peygamber'in sünneti başlığıyla ayrı hükümler oluşturmak
21- Çoğunluğun her zaman doğru olduğunu savunmak
22- Mezheplerin tarihsel sürecini mezheplerin doğruluğuna delil saymak
23- Hanefilik diye bir mezhep
24- Şafilik diye bir mezhep
25- Hanbelilik diye bir mezhep
26- Malikilik diye bir mezhep
27- Caferilik diye bir mezhep
28- Sünnilik, Şiilik veya herhangi başlıklı bir mezhep
29- Maturudiye, Eşariye veya itikadi herhangi bir mezhep
30- Mecelle diye bir kaynak
31- Aklı inkar etmek, taklitçiliği üstün tutmak
32- Bilim düşmanlığı
33- Sanat düşmanlığı
34- Buhari diye bir hadis kitabına uymak
35- Müslim diye bir hadis kitabına uymak
36- Kütübü Sitte veya başka hadis kitaplarına uymak
37- Peygamberimizin dışında dinimizin kutsal kişileri
38- Sahabelerin (Peygamberimizi gören herhangi bir Müslüman) hangisine uyarsak uyalım doğruya erişeceğimiz iddiası
39- Başörtüsü takmak
40- Peçe takmak
41- Haremlik-selamlık uygulaması
42- Kadının tek başına seyahat edememesi
43- Kadının, erkeğin tüm vücudu irinle kaplı olsa, o vücudu yalayarak temizlese, yine de erkeğin hakkını ödeyemeyeceği düşüncesi
44- Allah'tan başkasına secde edilseydi, kadının kocasına secde etmesinin gerekeceği iddiası
45- Kadının yönetici, devlet başkanı olamayacağı
46- Kadının yöneticileri seçme hakkının olmadığı
47- Kadının sesinin erkek tarafından duyulmaması gerektiği
48- Kadının Cuma namazını kılmaması
49- Kadının aybaşılı iken namaz kılmaması, oruç tutmaması, Kuran okumaması, camiye girmemesi
50- Kadınları çarşaf, pardösü gibi üniformalarla örtmek

51- Kadınla erkeğin el sıkışma yasağı

52- Kadının kalktığı yere soğumadan oturulamayacağı
53- Kadının kapalı bir yerde, erkekle baş başa kalmasının haram olması
54- Kadının, köpek ve domuzla beraber namazı bozan unsurlardan olması
55- Kadınların çoğunun Cehennemlik olması
56- Kadınların şerli olması
57- Kadınların eksik akıllı olması
58- Kadınlara evde hapisvari hayat yaşatmak
59- Kadınların kocası dışında erkeklerin duyacağı koku sıkmasının haram olduğu
60- Kadınların makyaj yapamayacağı
61- Kadının kocasına her işte itaatinin farzlaştırılması
62- Kadının kocasının cinsel çağrısına her seferinde cevap vermesinin mecburi olması
63- Şahitlikte, bir erkek eşittir iki kadın ilkesinin uygulanması
64- Kadının ailesinden izin almadan evlenmesinin yasaklanması
65- Zina edenin taşlanarak öldürülmesi
66- Zina ayetinin bir keçinin yemesiyle yok olduğu
67- Maymunların bile zina edenleri öldürdüğüne dair izahlar
68- Erkeklerin altın takmasının haram olması
69- Erkeklerin ipekli giysiler giymesinin haram olması
70- Yemekte altın, gümüş takımların kullanılmasının yasak olusu
71- Heykel yasağı
72- Resim yasağı
73- Satrancın yasak oluşu
74- Müzik enstrümanları ve müzik ile ilgili yasaklar
75- Midye, karides gibi deniz ürünlerinin haramlaştırılması
76- At, eşek, vahşi hayvan etlerinin haramlaştırılması
77- Böbrek ve koç yumurtasının mekruh sınıfına sokulup, yenmesinin çirkin gösterilmesi
78- Sigaranın mekruh olması veya haramlaştırılması
79- Mekruh diye haramlardan ayrı yasaklar listesi ve üç mekruh eşittir bir haram izahı
80- Cinsel ilişkinin örtü altında olmasının gerekliliği
81- Eşlerin cinsel ilişki esnasında bile birbirlerinin cinsel organlarına bakamayacağı
82- Mastürbasyonun yasaklanması
83- Doğum kontrolünün yasaklanması
84- Yıkanırken bile kişinin cinsel organının açıkta olmaması gerektiği, meleklerden utanması gerektiği, peştamalla yıkanmak gerektiği
85- Erkeklerin sünnet olması
86- Kadınların sünnet olması
87- Sakal bırakmanın sevaplığı
88- Sakal kesmenin haram olması
89- Saçları ortadan ayırmada sünnet sevabı arama
90- Saçları yağlamanın sevaplığı
91- Saçlara, sakala kına yakmanın sevaplığı
92- Erkeklerin sürme çekmesinin sevaplığı
93- Yüzü koyun yatmanın şeytan işi olması
94- Yer yatağında yatmak
95- Sağ ayakla evden çıkmak, eve girmek, yatağa girmek

96- Sol ayakla tuvalet gibi pis yerlere girmek

97- Tuvalet temizliğinin suyla olmasını farzlaştırmak
98- Oturarak küçük tuvalet yapmak
99- Tuvaletin kıbleye karşı yapılmasının haram olması
100- Sol elle yenenleri şeytanın yemesi
101- Sarık sarmak
102- Misvak kullanmak
103- Cübbe giymek
104- Entari giymek
105- Şalvar giymek
106- Beyaz, yeşil, siyah renkli giysilerde sevap aramak
107- Sarı, kırmızı renkler giymemek
108- Hurma, kabak gibi yiyeceklerde sünnet sevabı aramak
109- Yemeği yer sofrasında yemek
110- Yemeği aynı kaptan yemek
111- Elle, üç parmakla yemek
112- Suyu üç yudumda içmek
113- Suyu oturarak içmek
114- Yemeğin bitiminde parmakları yalayarak temizlemede sünnet sevabı aramak
115- Alkollü koku sürmemek
116- Kolonya kullanmamak
117- Kara köpekleri öldürmek
118- Köpekleri eve sokmayı yasaklamak
119- Geceleri aynaları kapamak
120- Kuran'la veya Kuransız büyü yapmak
121- Muska yazmak, taşımak
122- Kuran'ı üfürük kitabı gibi kullanmak
123- Islık çalmanın şeytan işi olması
124- Tahtaya vurmaktan, nazar boncuğundan hayır beklemek
125- Falcıları, cincileri dindar hoca sanmak
126- Ramazan ve Kurban bayramları
127- Merdiven altından geçmemek, kara kediyi, kara köpeği uğursuz saymak, kurşun dökmek
128- Çamaşırı belli günlerde yıkamanın, cinsel ilişkiye belli günlerde girmenin gerekliliğini iddia etmek
129- Mevlit
130- Ölünün 7., 40., 52. günlerinde törenler yapmak
131- Kabir azabı ile ilgili hikayeler, kabir azabının kendisi
132- Sırat köprüsünün kıldan ince olduğu, kesilen kurban üze¬rinde sıratın geçileceği izahları
133- Üzerine idrar sıçratanın en çok kabir azabı çekecek kişi olması
134- Ölünün yerine oruç tutmak
135- Ölünün yerine Hacca gitmek, birisini göndermek
136- Ölünün arkasından ağlayınca ölüye azap olması
137- Kıyametin saati hakkında açıklamalar
138- Mehdi
139- Deccal
140- Dabbenin fil kulaklı, hınzır gözlü, öküz başlı olduğu
141- İsa'nın yeniden yeryüzüne geleceği
142- Yecüc ve Mecüc'ün Türkler olması
143- Irkçılık, Arap ırkını üstün görmek
144- Yecüc ve Mecüc'ün yerin altında bir karışlık adamlar olması
145- Kuran'da belirtilmeyen namaz vakitlerini farzlaştırmak
146- Kuran'da geçmeyen rekat sayılarını farzlaştırmak
147- Namazın yalnız Arapça kılınması gerektiğini iddia etmek
148- Namazı kadının kıldıramaması
149- Rüku ve secdede hep aynı şeyleri söylemenin gerekliliği
150- Fatiha Suresi'ni her rekatta okumayı farzlaştırmak
151- Namazdaki son oturuşu farzlaştırmak
152- Namazın farzı, sünneti, vacibi gibi ayrımlar listesi
153- Namazda el bağlama şeklini, ayakların kaç santim araklıklarla duracağını belirlemek
154- Orucu kasten bozanın iki ay kesintisiz oruç tutması gerektiğini söylemek
155- Teravih namazı, bayram namazı
156- Haccı birkaç güne sıkıştırıp insanları perişan etmek
157- Hacda şeytan taşlamak
158- Kurban bayramında kurban kesmek
159- Belli haramların Hacdan sonra başladığı düşüncesi
160- Zemzem suyunda, okunmuş şeker, tuz gibi maddelerde sevap aramak

161- Zekata 1/40'lık ölçü getirmek

162- Deveye, koyuna tarım ürünlerinin her birine ayrı ayrı zekat ölçüsü getirme
163- Abdesti, tuvaleti yapma dışında başka şeylerin de bozduğu iddiası
164- Boy abdestini cinsel ilişki dışında başka şeylerin bozduğu iddiası
165- Abdestin sırasını farzlaştırma
166- Abdestte ve boy abdestinde ağız burun çalkalamayı farzlaştırma
167- Abdestte ayağın topuklarla beraber yıkanması gerektiği
168- Boy abdestinde önce sağ, sonra sol tarafa üçer defa su dökmek gibi teferruatlar getirmek
169- Abdestin, boy abdestinin namaz dışında Kuran okumak için de mecbur tutulması
170- Boy abdestsiz atılan her adımda günah olması
171- Diş dolgusu olanların abdest ve boy abdestinin geçersiz olması
172- Dövmesi olanların abdestinin ve boy abdestinin geçersiz olması
173- Deprem ve selde ölenlerin şehit olması
174- Karın ağrısından ölenlerin şehit olması
175- Dünya'nın öküz ve balık üstünde olduğu
176- Depremin bu balığın sallanması sonucu olduğu
177- Ay'a gidilemeyeceği
178- Güneş'in batışının, Güneş'in secde etmek için kaybolması olarak açıklanması
179- Güneş ve Ay tutulmalarının, Güneş ve Ay'ın kulplu arabalarla çekilmeleri olarak tanımlanması
180- Boğa, aslan, kartal suretinde meleklerin var olduğu iddiası
181- Cebrail'in 600 kanadına ilişkin açıklamalar
182- Allah'ın Cennette baldırını açması
183- Allah'ın Peygamber'in sırtına dokunması
184- Allah'ın özel günlerde yeryüzüne inip, insanlarla tokalaşması
185- Allah'ın Peygamber'le sıkı bir pazarlık sonucu namazı elli vakitten, beş vakte indirmeye razı olduğu
186- Halifelik müessesesi
187- Saltanat, halkın siyasi otoriteye kullaştırılması
188- Cami imamı, müezzini gibi sınıflar
189- Arap dilini Cennet dili, harflerini Cennet harfi diyerek kutsallaştırmak
190- Darül harp iddiasıyla terör yapmak
191- Darül harp iddiasıyla kendi dışındakileri soymak,haklarını çiğnemek
192- Namaz kılmayanı öldürmek veya dövmek
193- Orucu zorla tutturma, tutmayanı dövme
194- Makyajlı açık kadınları dövmek, makyajı yasaklamak
195- Müslümanlığı bırakanları öldürmek
196- Mezhebini değiştirenlere, bırakanlara sopa cezası uygulamak
197- Sırf ganimet için fetihlere kalkışmak
198- İçki içenleri dövmek
199- Baskıyla dini yaşatmak
200- Dinimize İslam dışında şeriat gibi, mezhep isimleri gibi isimler takmak

(Kaynak. Önce Vatan)





11 Temmuz 2012 Çarşamba

TÜRK LİRASI İMİ, SAYIDAN ÖNCE KULLANILAMAZ!

Türkçenin mantığını zorlamak, dahası bozmak için ne gerekirse yapılıyor. İşin acı yanı, bu yanlış gidişin ve uygulamaların başını devlet kurumları çekiyor.

Yıllardır yabancı adlandırmanın, yabancı dille eğitimin sakıncalarını anlatıyoruz. Acı olan şu ki bu yanlış gidişi ve uygulamaları devlet kurumları ve üniversite yönlendiriyor.
Türk lirasına bir simge bulundu; yine devlet kurumlarının yönlendirmesiyle şöyle kullanımlar ortaya çıktı:
134…
134+KDV…
Bu kullanımları şöyle okuyacaksınız:
Türk lirası 134
Türk lirası 134+KDV…
Bu, Türkçenin biçimbilgisine, tamlama kurma mantığına uymayan, İngilizcenin mantığını Türkçeye zorla, öykünerek uygulayan bir kullanım biçimidir.
Ne yazık ki bu zorlama kullanım biçimleri çok uzun zamandır Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının ortak dili Türkçeye büyük zararlar vermektedir.
Öteden beri, “Hotel Çiçek; Otel Çiçek; Cafe Çiçek; Restoran Çiçek; Cinema Çiçek; Coiffeur Çiçek…” gibi kullanımlarla Türkçeyi yaralayanlar, şimdi de bu yanlışları TL simgesini yanlış yerde kullanarak derinleştiriyorlar. Ne acı ki bu yanlışa devletin kurumları ve üniversite yol açıyor.


Türkçeye saygısızlık ötesine geçen bu yanlış kullanıma çanak tutanları kınıyoruz!


Dil Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
Sevgi Özel






10 Temmuz 2012 Salı

HAZİRAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 2

KİTABIN ADI : Jules Verne – Eleştirel Bir Biyografi (Jules Verne- Eine Kritische Biographie)

KİTABIN YAZARI : Volker Dehs
KİTABIN ÇEVİRMENİ : Sevinç Altınçekiç
KİTABIN YAYINEVİ:  İthaki Yayınevi
KİTABIN BASKI YILI : 2009
KİTABIN BASKI SAYISI : 1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 407 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 10/10

YORUM:
Blog dostlarım beni önceki yazılarım ve tanıtımlarım sebebiyle iyi bir Jules Verne okuyucusu olarak bilirler. Çocukluğumuzun muhteşem seyahat ve macera romanları yazarı olarak bizlere geniş ufuklar açan Jules Verne’in bugünlerde İthaki Yaynevi tarafından tüm romanlarının tıpkı basımları yayınlanmakta. Buna koşut olarak yayınevi tarafından Jules Verne hakkında muhteşem bir biyografi de Türkçe’ye kazandırılmış.
Halen, Jules Verne hakkında bilinen tüm bilgilere sahip en önemli uzman kabul edilen Volker Dehs’in hazırladığı bu kapsamlı biyografi, Verne üzerine bilinmeyen o denli bilgiyi bizlere kazandırıyor ki sanırım gerçek bir bilgi hazinesi.
Aile yaşamından, teknesine, seyahatlerine ve romanlarına ait detay bilgiler, yıllara göre kazançları, şehir belediye meclis üyeliği ve çalışmaları, oğluyla çatışması, yeğeni tarafından vurulması, ölümünden sonra yayınlanan 5 adet kitabına oğlu Michael tarafından yapılan editoryal müdahalelere kadar çok çarpıcı bilgiler içeren kitabı, Verne hayranları için eşsiz bir hazine niteliğinde.
Elbette bir roman değil, macera ve sürükleyiciliği de yok. Ama Jules Verne’i tanımak, dönemini keşfetmek için bulunmaz bir fırsat.
Kendine “kitapkurdu” diyeler kitap başına!

Volker Dehs (* 4. Februar 1964 in Bremen) ist ein deutscher Literaturwissenschaftler, Übersetzer und Publizist. Er gilt als Jules-Verne-Spezialist im deutschsprachigen Raum.




9 Temmuz 2012 Pazartesi

MARDİN LEZZETLERİ

Üç günlük Mardin gezimizde elbette yörenin tüm lezzetlerini tatma olanağı bulamadık. Ancak görebildiğimiz ve tadabildiğimiz lezzetleri paylaşmak isterim.
Mardin meze tabağı görsel bir şölen niteliğinde.
Çok ince, (sucuktan ince) sarılmış mumbar dolması ara sıcak olarak servis ediliyor. Yine ara sıcak olarak kızartılmış içli köfte (ırok) ve haşlanmış içli köfte (ikbebet) birlikte servis ediliyor.
Salatalar nefis, cevizli ve nar ekşili.
Önemli ana yemeklerden birisi Kaburga dolması (yada kebabı). Ete dayalı olan Mardin mutfağında sayısız et yemeği var. Ova kebabı denen etli yoğurtlu yemekte harika.
Harire de önemli bir yöresel lezzet. Muhteşem bir tatlı.
Mardin’de yemek yiyebileceğiniz başlıca mekanlar; “Kaburgacı Metin Usta”, “Cerciş Murat Konağı", “Sur Restoran” ve “Rıdo”.

6 Temmuz 2012 Cuma

HAZİRAN AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 1

KİTABIN ADI : Can Ateşi (Foxfire: Confessions of A Girl Gang)

KİTABIN YAZARI : Joyce Carol Oates
KİTABIN ÇEVİRMENİ:  Elif Öztarhan
KİTABIN YAYINEVİ : Siren Yayınları
KİTABIN BASKI YILI : 2008
KİTABIN BASKI SAYISI : 1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI : 365 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ : 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ : 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ : 10/10

YORUM:
Blog kitap tanıtımlarımı yakından takip edenler, Joyce Carol Oates’un, en sevdiğim yaşayan romancılardan olduğunu bilirler. Yakı zamanda, yazarın birçok kitabını internetten satın aldım. Bu nedenle yaz aylarında bu yazarın birçok kitap tanıtımı olacak.
Oates, yaşadığı Amerikan toplumunu yakın gözlemesinin verdiği yetkinlikle toplumun birçok yönlerini ortaya koyan kitaplar yazıyor. Satır aralarında pek çok ilginç noktaları ve toplumumuzdan farklılıkları görüyorsunuz.
Bu kitabında, 1950’lerde Amerika’nın küçük ve sıradan bir kasabasında lise öğrencisi bazı kızların, önce ilgiyi çekmekten, sonra toplumun sert yargılarına isyandan gelişen bir çetesini anlatıyor.
Anlatıcı Maymun-Maddy (Madeliene Faith Wirtz) geçmişe yolculuk yaparak hayatında çok önemli izler bırakan bu dönemini anlatıyor. Çetenin lideri Kaltak-Ann Sadovsky önderliğindeki çete ilk döneminde bir aracı çalıp kaza yapınca, Sadovsky kendini bir islah evinde bulur. Sonrasında tekrar çetesini toplayan Sadovsky, yeni katılımlarla büyüyen çetesini bir bağımsız evde toplar. Maddy’nin bir süre sonra dışlandığı çete zamanla yasadışı işlere bulaşır ve kaçınılmaz büyük bir olayla çete dağılır. Ancak bazı yaşamlar tekrar eski haline gelemeyecek derecede dağılmıştır.
Merak ettiyseniz okuyun derim.

5 Temmuz 2012 Perşembe

ZEYTİNYAĞI

                                             Zeytinyağı


Naturel Sızma Zeytinyağı nedir?

Soğuk sıkma yöntemiyle elde edilir. 280C'nin altındaki sıkıma soğuk sıkma denir. Üretim aşamasında hiçbir kimyasal işleme tabi tutulmayan bu yağ maksimum % 0.8 asit oranına sahiptir.
                                               Zeytinyağı ve Sağlık



Zeytinyağı sağlıklı mıdır?



Evet. En sağlıklı yağlardan biri zeytinyağıdır. Zeytinyağının kalp sağlığı için faydalı olduğu, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından onaylanmıştır. ABD'de zeytinyağı ve zeytinyağlı ürünlerin üzerine kalp sağlığı riskini azalttığı yönünde etiket yapıştırılabiliyor. Etikette 'Sınırlı ve kesin olmayan bilimsel kanıtlar, mono doymamış yağ içerdiği için, zeytinyağından günde iki yemek kaşığı (23 gr) yemenin kalp hastalıkları riskini azaltabileceğini gösteriyor.' diye yazılabilecek.
Sadece kalp-damar sağlığı açısından değil, hipertansiyon, kanser, yaşlılık, şeker hastalığı ve sindirim sistemi üzerinde çeşitli olumlu etkilere sahiptir. Gençlik ve ergenlikte vücudun en çok kaliteli gıdaya ihtiyacı olduğu dönemdir ve zeytinyağı burada iyi bir tercihtir. Yaşlılıkta kalsiyum kaybını önler, kemik erimesine engel olur. Yağ asitleri, hamilelikte bebeğin hücre ve sinir sisteminin oluşmasına yardımcı olur. Zeytinyağın içerisinde bulunan oleik asit kaslar tarafından en kolay yakılan ve en kolay hazmedilen yağ olduğundan, sporcular için önemlidir. Ağızda çalkalandığında dişlerin beyaz kalmasını sağlar.

Zeytinyağı kalp sağlığını nasıl etkiler?



Kalbimiz için yararlı besinlerin başında zeytinyağı gelir. Zeytinyağının kalp hastalıkları üzerindeki en önemli etkisi, kandaki kötü kolesterolü kontrol altına almasıdır. Böylece damar tıkanıklığını önlemeye yardımcı olur. Ayrıca tansiyon kontrol altında tutulmasında da önemli bir rol oynar.


Zeytinyağının diğer sıvı yağlardan farkı nedir?


Zeytinyağı, ayçiçek, soya, pamuk çekirdeği, mısırözü gibi bitkisel yağlardan en önemli farkı, hiçbir kimyasal işleme tabi tutulmadan ve yabancı katkı maddesi içermeden, doğal olarak üretilmesidir.
Zeytinyağı, yağ asit dağılımı olarak, yüksek oranda tekli doymamış yağ asitleri içermektedir. Diğer sıvı yağlar ise (ayçiçek, mısırözü, soya vb.) daha çok çoklu doymamış yağ asitleri içermeleri nedeniyle farklıdır. Vücudumuzda tekli doymamış yağlar kolesterolü kontrol ederek bizleri kalp-damar hastalıklarından korur.

Zeytinyağının cilt sağlığına iyi geldiği doğru mu?

Doğru. Zeytinyağı, cildi besler, cildin genç görünmesini, saçların kuvvetlenmesini ve parlamasını sağlar.


Zeytinyağı mideye iyi gelir mi?


İspanya'da, İtalya'da ve Amerika'da yürütülen araştırmalar, zeytinyağının, katı ve sıvı yağlar arasında en kolay hazmedilen yağ olduğunu ortaya çıkarmıştır. Yemeklerden önce içilirse mideyi ülsere karşı koruduğu da biliniyor.


Zeytinyağının yağ içeriği nedir?


Zeytinyağının %75-76'sı tekli doymamış (büyük bir oranında %70 oleik asit bulunmaktadır), %15'i doymuş, % 9-10'u çoklu doymamış yağ asitlerinden oluşur. Zeytinyağı KOLESTEROL içermez.

Çocuğu en iyi şekilde beslemek için hangi yağın kullanılması gerekiyor?


Çocuklarda her yaş grubu için beslenme farklıdır. Zeytinyağı, özellikle E vitamini ve tekli doymamış yağ asidi içermesi nedeniyle, gelişim çağındaki çocuklar için önemli bir besin kaynağıdır.


Tekli doymamış yağ nedir?


Yapısındaki karbon atomlarının arasında yalnızca bir çift bağ bulunan yağ türüdür. Elimizdeki kanıtlar tekli doymamış yağların kan kolesterol düzeyini yükseltmediğini, hatta kontrol edilmesine yardımcı olduğunu göstermektedir.

(Kaynak: Önce Vatan)

4 Temmuz 2012 Çarşamba

MAYIS AYINDA BU KİTABI OKUDUM - 5

KİTABIN ADI : Trablusgarp Savaşı ve Türk-İtalyan Diplomatik İlişkileri (İtalo-Turkish Diplomacy and war over Lıbya 1911-1912)

KİTABIN YAZARI : Timothy W. Childs
KİTABIN ÇEVİRMENİ Deniz Berktay
KİTABIN YAYINEVİ T. İş Bankası Kültür Yayınları
KİTABIN BASKI YILI 2011
KİTABIN BASKI SAYISI 1. Baskı
KİTABIN SAYFA SAYISI 283 sayfa
KİTABIN DİZGİ/BASKI KALİTESİ 10/10
KİTABIN YAZIM-DİL KALİTESİ 10/10
KİTABIN EDEBİ/SANATSAL/TARİHSEL DEĞERİ 10/10

YORUM:
Yakın tarihimizin cumhuriyet öncesi önemli savaşlarından birinin 100. Yıldönümü sebebiyle Türkçeye kazandırılan değerli bir eser. Atatürk’ün muharebelerde aktif yer aldığı ve yerel aşiretleri örgütlemede büyük başarı kazandığı, ne var ki, hem patlayan Balkan Savaşı ve hem de denizaşırı bu ülkenin lojistik olarak desteklenmesinin, Osmanlı’nın imkanlarıyla olanaksız olması nedeniyle emperyalist İtalya’ya zorunlulukla bırakılan toprakların siyaset sahnesi kitapta başarıyla anlatılıyor.
Tamamen belgelere dayalı ve tarafsız gözle yapılan anlatım, Osmanlı’nın stratejik ve deneyimsel çaresizliğini açıkça sergiliyor.
Tarih, eğer ibret alınırsa öğreticidir. Geçmişimizi bilmek ise ödevimizdir. Unutmayalım bu ülke bize, gelecek nesillere iletmek için emanet edildi. Korumak ve kollamak görevimizdir.

3 Temmuz 2012 Salı

PARAYI BULDUK...

Ali Poyrazoğlu sahnede Carmen'i anlatıyordu...



"Carmen Türkiye'ye de geldi" dedi. "İlki Osmanlı zamanı. 1880'de. İkincisi, Cumhuriyet'te."


Muhlis Sabahattin İstanbul'da Opera ve Operetler oynayan bir kumpanya kurmuş, 1930'lar. Carmen'i oynuyorlar. Turneye çıkmışlar.Trenle. İzmit. Ful çekmişler. Oradan Adapazarı. Havalar bozunca temsil iyi gitmemiş. Eskişehir tam felaket. Kar diz boyu, temsil bile yapamamışlar. Yapamayınca da otelde rehin kalmışlar iyi mi? Beş lira lazım. Beş lira da önemli para ha.
Babam anlatırdı. Bebek Belediye'de 125 kuruşa faça masa donatılıp Müzeyyen dinlendiği günler.
Kumpanya karalar bağlamış otelde mucize beklerken, haber duyuluyor. Atatürk Ankara'dan trene binmiş Eskişehir'e geliyor. Şapka devrimi, o yıl çıkan ve kadınlarda peçeyi kaldıran kanunla tamamlanmış. Ata, tanıtmak ve anlatmak için dolaşıyor.
Muhlis Bey lobide haykırıyor.
"Atatürk arkadaşım. Parayı bulduk."

Kostüm sandıklarını açıyor. İçinden bir frak çıkarıyor. Giyiyor. Doğru Eskişehir garına. Orada görevliler penguen kılıklı adama bakıyorlar. Biri "Amerikan Sefiri olmalı" diyor. Yol açıyorlar. Muhlis Bey en öne geliyor. Tren gara giriyor. Vagonun camı iniyor. Atatürk'ün şapkalı eli gardakileri selamlıyor. Sonra, iniyor aşağı, karşılayıcılara teşekkür etmek için.

Bir bakıyor, karşısında yakın dostu Muhlis Sabahattin. Kollarını açıyor.
"Muhlis!"
"Kemal!.."
Sarmaş dolaş oluyorlar. Muhlis Bey iki cümleyle özetliyor.
"Otelde rehin kaldık, Kemal. Beş lira lazım!."
Atatürk ceplerini karıştırıyor, cüzdanı açıyor.Üç tek lira çıkıyor üzerinden.
"Üç liram var, Muhlis!."
"Beş lira lazım, Kemal."

 Atatürk yanındaki dört yıldızlı generale dönüyor.

"İki liran var mı?"
Paşa ceplerini karıştırıyor ve 1 lira uzatıyor.
"Bu kadar var paşam."
Atatürk "Dört lirayla idare et Muhlis" diyor.
"Beş lira, Kemal" diyor, Muhlis Bey.
Atatürk özel kalem müdürüne dönüyor bu defa. (Hasan Rıza Soyak olmalı. )
"Bir lira bul" diyor. Özel Kalem Müdürü ceplerini karıştırıp, beş kuruşlar, on kuruşlarla bir lirayı denkleştiriyor.
Atatürk sonunda "Beş Lira"yı Muhlis Sabahattin'e uzatıyor.
Ali Poyrazoğlu
"Ben bu hikayeyi birinci elden dinledim" dedi. "O kumpanyanın Carmen temsilinde Don Jose'yi canlandıran tenor Celal Sururi'den."

Devrin güzelliğine bakar mısınız? Hani o sövdükleri devrin...

İnanmadınız değil mi?
İnanılacak gibi değil çünkü.
Ama Atatürk'ün hangi yaptığı inanılacak gibiydi ki?


Onun için "Ata" Türk'tü o! Teşekkürler Atam. Sana minnet! Sana şükran!


(Kaynak. Önce Vatan)

2 Temmuz 2012 Pazartesi

VOLTA VURURKEN HİÇ YALNIZ DEĞİLİM...

(Suat Derviş-Dr. Reşat Fuat Baraner)
 (Okurken çok etkilendiğim bir bölüm. Hepsini bir arada anma fırsatı oldu. Yanlarına isim yazdığım için beni bağışlayın)


"Volta vururken hiç yalnız değilim…
Bazen Reşat Fuat Baraner, bazen Dr. Hikmet Kıvılcımlı eşlik ediyor bana. (Dr. Hikmet Kıvılcımlı)
Biraz güneş açınca Nazım Hikmet gelip oturuyor avlunun bir köşesine; bahtiyar.
Ya da, tahta iskemlesini çekmiş altına Behice Boran’ı görüyorum avlunun diğer bir köşesinde; bacaklarını karnına çekmiş, kitap okuyor.
(Behice Boran)
 Ruhi Su’nun ise türkü söyleyen sesini duyuyorum.
(Ruhi Su)
Aziz Nesin, koğuşta beslediği tavuğunu çalıp yemesinler diye, avluya hep tavuğuyla çıkıyor.
(Aziz Nesin)
Hasan İzzettin Dinamo ise kedisi Sarman’ın yarasındaki kurtçukları temizliyor güneşin altında.
(Hasan İzzettin Dinamo)
 Sabahattin Ali’nin yüzü hep gökyüzünde, belli denizi düşlüyor. Şiir yazıyor.
(Sabahattin Ali)
 Rıfat Ilgaz bir mahkuma alfabe öğretiyor.
(Rıfat Ilgaz)
Yılmaz Güney cezaevinden yöneteceği filmin senaryosunda son değişiklikleri yapıyor.
 (Yılmaz Güney)
 Can Yücel, Adana Cezaevinde yazdığı şiirleri okuyor.
(Can Yücel)

(Kemal Tahir)
Kemal Tahir, Orhan Kemal kıdemlilerimiz; ayaklarında tahta takunya var; Bursa cezaevi hatırası.
(Orhan Kemal)

(Atilla İlhan)
 Atilla İlhan, Enver Gökçe biraz mahcuplar işkenceye dayanamadıkları için.
(Enver Gökçe)
Dr. Şefik Hüsnü’ye gelince Cibali’nin komünist tütün işçileri saygıyla ayağa kalkıyor.
(Dr. Şefik Hüsnü Deymer)
En saygılı olanlar ise bu büyük maratonun en hızlı yüz metresini koşanlar; Deniz, Hüseyin, Yusuf.
(Deniz-Hüseyin-Yusuf)
 En gencimiz Erdal Eren…
(Erdal Eren)
 Ve unutulabilir mi; ilk voltayı Magosa zindanında atan Namık Kemal…
Ne çokuz…

150 yıldır volta atıyoruz bu toprakların cezaevlerinde; adı bazen Magosa zindanı, Bekirağa bölüğü oluyor, bazen Sultanahmet, Selimiye ya da Metris, Mamak, Diyarbakır cezaevi…
Hepsi daha güzel bir dünyanın kurulacağına inandı. İnadın adı oldu. Boyun eğmemenin, başkaldırının sembolüydüler. “Acıyı bal eylediler” Her türlü baskıya rağmen zarafeti elden düşürmediler. Şimdi birlikte volta vururken bana diyorlar ki; “doğru bildiğini yazmanın, söylemenin adıdır; aydın olmak. Aramıza hoş geldin” bundan büyük ödül var mı?
Gazeteler, televizyonlar bangır bangır bağırıyor: “Son Ergenekon operasyonunda gözaltına alınan kişi sayısı…”
Oysa… Ne kalabalığız Silivri’de, bilmiyorlar. Öğrenecekler, öğreteceğiz…. Dışarıda da çoğalacağız… Güneşin sofrasında oturacağız….”

(Soner Yalçın, Samizdat sayf 410-411)