27 Eylül 2013 Cuma

MYUS (Μυοuς)

Yaz tatillerini geçirdiğim Didim’e yakın antik kentleri dolaşmayı bu senede sürdürdüm. Bu sene gittiği antik kentlerden birisi de Myus oldu. Aslında tam anlamıyla gezemedim, büyük bir ihtimalle seneye kalan kısmını da bulup gitmeyi düşünüyorum. Zira aşağıda da geniş bir şekilde anlatısına yer verdiğim bilgilere göre şehir iki farklı tepe de bulunuyor. Ben bu sene sadece eski bir Bizans kalesinin bulunduğu kısma erişebildim. Havanın aşırı sıcak olması ve zamanın ilerlemesi sebebiyle ikinci tepeyi gezmeyi erteledim. Umarım seneye gidebilirim.
Didim’den Söke’ye dönerken, sağda Sarıkemer beldesine saparak buradan Avşar köyüne ulaşılıyor. Avşar’ı geride bıraktıktan sonra solda bir toprak yola sapıp birkaç kilometre gittikten sonra bir tepenin ve bir evin yamacında aracınızı bırakmakta fayda var. Eğer bir arazi aracı ile geldiniz ise kalan yolda 1-2 kilometre kadar daha ilerleyebiliyorsunuz. Zaten aracınız bıkartığınız yerden tepedeki kalıntı kale göründüğü için yolu kaybetmeden ulaşabiliyorsunuz.
Myus, küçük ve kalıntılarıyla fazla önemli gözükmüyor. 1964 yılında Miletos’u kazan Alman kazı ekibi burada da bir süre çalışmış. Antik söylenceye göre Myus, Kodros’un oğlu Cyaretus ( bazı belgelerde Cydrelus olarak ta geçiyor) tarafından kurulmuş. Ancak konumunun yanlış seçilmesi ile sıtmanın pençesine düşmüş.Belki de bu hastalığın şehirde sürekli egemen olması nedeniyle İon tarihinde pek bir rolü olmamış. Yararlandığım ve aşağıda kaynağını verdiğim sitelerden derlediğim bilgiler aşağıdaki gibi;
" İ.Ö. 480 Salamis Savaşı’ nın Atinalı kahramanı Themistokles’in sonraları gözden düşüp yurdundan sürüldüğünde Pers kralının dostluğunu kazandığı ve yaşamını sürdürmesi için kralın ona üç kent verdiği anlatılır: Ekmek için Magnesia, şarap için Lampsakos ve opson için Myus. Opson Türkçedeki “katık” sözcüğünde karşılığını bulur ve et olsun, balık, peynir ya da zeytin olsun, “ekmeğin yanında yenecek herhangi bir yiyecek” anlamına gelir. Sözcük beslenme alışkanlıklarında ilginç bir farklılığı yansıtmaktadır. Bugün batı dünyasında et yada balığın yanında ekmek yenirken, eski Yunanlılar, bugün Türklerin yaptıkları gibi ekmeğin yanında et yada balık yiyorlardı. Ekmek yaşamın temel direği idi. Bir Türk köylüsünün yemekte yarım somundan az ekmek tükettiği ender görülür. Myus’un Themistokles’e sağladığı opson, hiç kuşkusuz öncelikle balıktan oluşmuştu. Tarihçi Diyodoros’un anlattığı gibi, Myus çevresinde balık çok boldu. Bugün de birkaç kilometre uzaktaki dalyan aynı duruma tanıklık etmektedir.
 Belki garip, ama yukarıda anlatılan öykü Myus’un tarihinde, bir kral tarafından armağan edildi tek olayı yansıtmaktadır. İ.Ö. 201 yılında Makedonia Kralı V. Philippos, ordularıyla Anadolu’dan geçer. Elindeki erzak tükendiğinde, Magnesialılara başvurur. Onlar da krala bir miktar incir verirler, çünkü tahılları yoktur. V. Philippos daha sonra Myus’u ele geçirince, incirlere karşılık kenti Magnesialılara armağan eder. İki kez başkalarına verilme onursuzluğunu yaşayan özgür kentlerin sayısı fazla değildir kuşkusuz.
Myus’un tarihçesi genelde Maiandros Nehri’nin getirdiği milin tarihçesidir. İ.Ö. 499 yılında buraya 200 savaş gemisinden oluşan bir filo demir atabilmişti. Ama beş yıl sonra Lade Savaşı’na Myus yalnızca üç gemiyle katıldı. Savaşa girmeyi göze alanlar içinde bir tek, bir yarı-kent sayılan Phokaia bu kadar az gemiye sahipti. Myus’un Delos Birliği’ne olağan katkısı bir talent, İonia kentlerinin ödediği en düşük tutardı. İ.Ö. 390 yılında Myus en azından özgür bir kenttir hâlâ. Bazı topraklar yüzünden Miletos ile anlaşmazlığa düşmesi , özgürlüğüne işaret etmektedir. İ.Ö. 201’de ise bir miktar incire karşılık , elden çıkarılabilecek kertede gözden düşmüştü. 2.yüzyıl başlarında Miletos’un , Myus baş tanrısı Apollon Terbintheos için kutsal sayılan bir arazi üzerinde hak iddia etmesi, Myus’un Miletos yönetimi altına girdiğini gösterir. Bu arada sıtma ve Maiandros’un mili durmaksızın etkilerini sürdürmekteydi. Strabon’un zamanında nüfus o denli azalmıştı ki Myus, bir kente özgü işlevleri gerçekleştirmemeye başlamıştı; politik bir birlik kimliği altında Miletos ile kaynaştırıldı. Aynı tarihlerde deniz yoluyla Myus’a ulaşma olanağı da kalmamıştı. Küçük tekneler ile 4.83 km. boyunca nehirden ilerlemek gerekiyordu. Pausanias, oluşumu canlı bir anlatımla betimlemiştir.
Myus’un yakınında küçük bir koy vardır” der Pausanias – sözünü ettiği koy olasılıkla günümüzdeki Azap Gölü’dür. Sonra da şöyle devam eder sözlerine: “Maiandros bu koyun ağzını çamurla kapayarak onu bir lagüne dönüştürdü. Deniz geri çekilip, lagün de bir tatlı su gölüne dönüşünce, buradan o kadar çok sivrisinek türedi ki, Myuslular kenti terk etmek zorunda kaldılar.içlerinde kült heykellerinin de bulunduğu taşınır eşyalarını yanlarına alarak Miletos’un yolunu tuttular. Myus’a uğradığımda, ak mermerden yapılmış Dionysos Tapınağı dışında hiçbir şey göremedim.”
Tapınağın temelleri şimdi de görülebilmektedir, fakat ayakta duran başka kalıntı yok gibidir. Ören yeri nehir kıyısındaki bir tepecik üzerinde yükselen Bizans kalesinin yardımıyla ayrımsanabilir. Tepenin yamacı, birbirinin ardında yükselen iki kaya terası oluşturacak biçimde işlenmiştir. Yukarı teras küçük bir mekan ya da niş içeren kayadan bir duvar ile sınırlanır. Nişin içerisinde bir takım oyuklara rastlanmaktadır. Terasın üzerinde, genişliği 17 m.yi bulan, Dor düzeninde görkemli bir tapınak yer alır. Tapınak olasılıkla Sakız Ağacı Tanrısı Apollon Terbintheos’a aittir. Yan duvarlardan birinin temelleri ile ona koşut uzanan ve olasılıkla peristasis sütunlarını ayakta tutmaya yarayan, daire biçimli bir dizi çukur kısmen günümüze gelmiştir. Büyük taşlardan örülmüş, Kyklop tarzında bir duvar yukarı terası desteklemekte, aşağı terası ise yandan sınırlamaktadır. Pausanias’ın değindiği Dionysos Tapınağı aşağı terastadır. Tapınaktan günümüze kalanlar temellerin bir bölümü ile bir istinat duvarı ve beyaz mermerden bir tek sütun kasnağıdır.
Ana yerleşme doğudaki ikinci tepededir. Burada kayalara oyulmuş birtakım evler, mezarlar ve sarnıçlar saptanmıştır. 

Myus’ta sürdürülen kazılara ve çevrenin modern yapılaşmadan yoksunluğuna rağmen, ören yerinde işlenmiş taşlara ender rastlanması, bu tür malzemenin yeniden kullanılmak üzere Miletos’a taşınması olasılığı ile açıklanmaktadır. Nedeni ne olursa olsun, kesin bir gerçek İonia’da kazı görmüş hiçbir ören yerinin bu denli az buluntu vermediğidir.
Diğer kentlerdeki gibi Myus’un da kamusal yapılara sahip olması gerekir. Ama bunlar sözünü ettiğimiz az sayıda parça dışında hiçbir iz bırakmamıştır. Myus’un yerleştirildiği sırtın doruğundaki Avşar Kale adı verilen küçük Bizans kalesi geç dönemden bir istisnadır."





http://www.didimli.com/galeri/myus.htm

http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,44832/myus-avsar-kalesi.html

2 yorum: