27 Ocak 2015 Salı

ETRÜSKLER TÜRK MÜ İDİ? – ETRÜSKLERİN TARİHİ ÖNEMİ

Bu aralar diğer yazılar sebebiyle çok ihmal ettiğim önemli makaleler birikti. Güncelliklerinden kaybetmemeleri için özellikle Etrüskler ile ilgili çok önemli iki makaleyi 2 gün peşpeşe paylaşacağım.
Etrüsklerin menşei, asıl adı ve dili hakkında Etrüskoloji bilginleri arasında fikir ayrılıkları olduğu halde, bir noktada hepsi söz birliği halindirler. O da, Etrüsklerin medeniyet tarihinde çok önemli bir mevkii olduğudur. Gerçekten, bugün İtalyan müzelerini, Louvre Müzesini, British Museum’u dolduran Etrüsk sanat eserleri, yüksek bir medeniyet seviyesini gösteren, inceliği, mükemmelliği ile göz kamaştıran eserlerdir.
Bilindiği gibi, Batı medeniyetinin temeli Yunan ve Roma medeniyetleridir. Roma medeniyeti ise, bugünkü tarihî ve arkeolojik incelemelerin kesin olarak ispat ettiğine göre pek çok unsurunu Etrüsklere borçludur. Misâl olarak bazı alanlardaki Etrüsk tesirine işaret edelim:
1 – Devlet Teşkilatı ve Hukuk:
Romalılar siyasî ve idarî kuruluş şekillerinin çoğunu Etrüsklerden almışlardır. Meselâ, önce bir  Danışma müessesesi olup,  daha sonra  yasama  yetkileri kazanmış olan Yaşlılar Meclisi (Senato) Romalılara Etrüsklerden geçmiştir. Roma Hukukundaki meşhur “İmperium” mefhumunu bile, Etrsükoloji bilginlerine bakılırsa, Romalılar Etrüsklerden almışlardır. Eski Türklerdeki “Kut” mefhumuna tekabül eden ve Devlet otoritesi, Yönetme yeteneği veya İcra Kuvveti diye izah ve tarif edebileceğimiz bu mefhum, bilindiği gibi bugün her Anayasanın temelidir. Romalılar sadece Devlet otoritesi fikrini değil, Devlet otoritesinin sembol ve amblemlerini de Etrüsklerden almışlardır. Bu arada diğer Lâtin dillerine de geçmiş, “taht” anlamındaki “trona” kelimesi bile Etrüskçedir.
 2 – Ordu Teşkilatı:
Romalılar askerî müesseseleri de Etrüsklerden almışlardır. Esasen, Roma Ordusunun kurulması ve düzenlenmesi Etrüsk Kralları devrinde olmuştur. Onbaşılık, Yüzbaşılık, Binbaşılık müesseseleri Etrüsklerden Romalılara, Romalılardan da diğer Batı milletlerine geçmiştir.
3 – İnşaat ve Mimarlık:
Romalılar sur, kale, mabet, köprü inşa etmeği Etrüsklerden öğrenmişlerdir. Etrüsklerin dini, dünya işlerine ait bilgileri de içine alıyordu. Meselâ, bir köprü inşasına ait sanat, usul ve teknik ancak rahiplerin bildiği birer sırdı. Onun için rahiplerin bir ismi de Köprü-yapan idi. Romalılar bunu tercüme ederek, “Pontifex” şeklinde kendi rahiplerine de unvan yapmışlar ve kelime Romalılardan Hıristiyan Kilisesine geçmiştir. Bugün Papanın taşıdığı başlıca unvan Lâtince olarak “Pontifex Maximus”, Fransızca olarak “Pontife Suprême” dir. Manası da “Büyük Köprü Mimarı” dır
4 – Yol İnşaatı:
Romalılardan evvel Etrüsklerin İtalya yarımadasını yollara kavuşturduğu bugün ispat edilmiştir. Bugün Roma çevresindeki meşhur yollardan biri olan Via Clodia Etrüskler tarafından yapılmıştır.
5 – Bataklıkları kurutma ve toprağı sulama tekniği:
Romalıların bunları Etrüsklerden öğrendiklerini gösteren hikâye ve efsaneler mevcuttur.
6 – Plâstik Sanatlar:
Bugün Etrüskler bilhassa resim ve heykelcilik alanında meydana getirdikleri sanat hazineleri ile tanınmaktadır. Roma kurulduktan sonraki ilk yıllarda Roma’yı, Roma’nın meydanlarını, binalarını, mabetlerini hep Etrüsk sanatçıları süslemişlerdir.
7 – Kuyumculuk:
Romalılar  kuyumculuğa  da   Etrüsklerden  öğrenmiş  ve   daha  sonra  diğer   Batı milletlerine öğretmişlerdir. Avrupa’nın çeşitli müzelerinde bugün seyredilebilen Etrüsk mücevherlerinin güzelliği ve inceliği insanı hayran ve şaşkın bırakmaktadır. Meşhur Fransız Etrüskologlarından Raymond Bloch diyor ki: “Bunların eşi bugün yapılamamaktadır… Bugünkü kuyumcular Etrüsklerin bu inceliği elde etmeği nasıl başarabildiklerine akıl erdirememektedir.
İTALYA’DA ETRÜSKLERİN HAKİMİYETİ
Geçen yüzyılın başında ekseri bilginler Etrüsklerin M.Ö. 8 inci asırda tarih sahnesine çıktıklarına, kendilerinin o sırada birdenbire yoktan var olduklarına inanıyorlardı. Bu sebeple, İtalya’nın Bologna şehrinin yakınındaki Villanova kasabasında yapılan kazılarda Etrüsklerin medeniyet  eserlerine  pek  benzeyen,  fakat  M.Ö.  8  inci asırdan  daha  öncesine  ait  eşya bulununca bilginler pek şaşırdılar. Bulunan sanat eserlerini meydana getirenlere bir hüviyet ve isim verilememesi yüzünden, kendileri için “Villanovian” adı münasip görüldü.
Bir müddet sonra, daha da önceki devire ait eşya meydana çıkınca bunların sahibi “Protovillanovien” oldu. Bu acayip adlı milletler hakkında pek çok yazılar yazıldı, eserler yayınlandı.
Bugün artık bilginlerin çoğu Villanovien’lerin de, Protovillanovien’lerin de, Etrüsklerden başkası olmadığı kanaatindedir. Böylece, İtalya’da, Etrüsklerin geçmişi M.Ö. Onuncu ve hattâ Onüçüncü yüzyıla kadar çıkmaktadır.
….
Meşhur Romalı tarihçi Titus Livius Etrüsklerin siyasî kudreti hakkında şöyle der: “Etrüsk devletinin kuvveti o kadar büyüktü ki, şan ve şöhreti Alp dağlarından Messina boğazına kadar, kara ve denizleri sarmıştı”.
Ünlü Romalı hatip Caton ise: “Bütün İtalya Etrüsklerin egemenliği altında idi” der.
….
Milâddan önceki yedinci ve altıncı yüzyıllar Etrüsklerin deniz gücü bakımından da, en kuvvetli oldukları devirdir. Bu devirde Etrüskler Akdeniz’in Batı kısmına tamamen hâkimdir. Ancak müttefikleri Kartacalılara Sardenya’nın bazı sahillerini işgal etmeğe müsaade etmektedirler. Korsika adası Etrüsk egemenliği altındadır. Etrüsk resmî donanması kadar, Etrüsk korsanları da, Yunanlı denizcileri dehşet içinde yaşatmaktadır. Bu duruma tepki gösteren Yunanlılar (Foçalılar) Etrüskler tarafından M.Ö. 535 de, Aleria’da ağır bir yenilgiye uğratılıyor.
Etrüsklerin siyasetçe kudretli oldukları devirde, Kuzey, Orta ve Güney Etruria’yı teşkil eden bölgelerin esaslı bir merkezî sisteme bağlı oldukları anlaşılıyor. Başlangıçta, her birinin birer kabilenin yaşama alanı olduğu tahmin olunan bu bölgeler, zamanla, Yunanistan’da olduğu gibi, birer site-devlet halini almış ve bunun neticesinde Cerveteri, Vulci, Volsinii gibi gelişmiş şehirler meydana gelmiştir.
“TEZ  VE  DELİLLER”  kısmında  görüleceği  gibi,  bazı  Etrüskologlara  göre   bu devirde Roma da, Etrüskler tarafından kurulmuş bir Etrüsk şehri idi.
Efsane der ki, Romulus M.Ö. 743 de Roma’yı kurduktan sonra, şehri iskân etmek için ırk ve sınıf ayırımı yapmadan şehre vatandaş kabul edeceği ilân etmiş, fakat Roma vatandaşlığına talip olanları da önce “asylum” (asul) adını verdiği bir sahada karantinaya tabi tutulmuştur. Böylece şehre Etrüsk olmayan bir çok unsurlar dolmuştur. Fakat anlaşıldığına göre Etrüskler, kendilerini kurucu ve soylu sayarak ayrı mahallede oturmuşlardır. Çünkü imparatorluk devrinde bile, Roma’nın göbeğinde    Vicus Tuscus”, yani Etrüsk mahallesi diye bir bölge mevcuttu.
….
 Roma’nın ilk kralı olan Romulus, genç yaşta, bir fırtına esnasında kaybolur. Efsaneye göre  göğe  yükselip  ilâhlaşır.  Fakat  bir  rivayete  göre  de,  İhtiyarlar   Meclisi  (Senato) üyelerinden bir grup kendisini öldürüp, cesedini yok etmiştir. İnsanın  ister istemez aklına gelen şudur ki, olay bir soy mücadelesi neticesidir ve muhtemelen Lâtinlerin intikamı eseridir.
….
ETRÜSKLERİN GÜNLÜK HAYATI
Etrüsklerde aile bağları kuvvetli ve aile hayatı önemli idi. Bir çok Etrüsk mezarlarında bulunmuş karı koca heykelleri ve bunlardaki yüz ifadeleri, eşler arasındaki karşılıklı şefkati göstermesi bakımından, bunun delili sayılmaktadır. Etrüsklerde aile hayatı aile dışında da devam ederdi. Çünkü Etrüsk kadını her yere kocası ile birlikte gider ve onun meslekî meşguliyetleri dışında hayatına iştirak ederdi. Kendilerinde harem selâmlık hayatı mevcut olduğu için, Yunanlılarla Lâtinler buna pek şaşarlardı.
Etrüskler spora ve sor gösterilerine pek düşkündü. Millî ve dinî bayramlarda, bütün Etrüsk şehirlerinde at yarışları ve güreş gibi gösteriler düzenlenirdi. Bunun dışında da, sık sık çeşitli spor yarışmaları tertip edilir ve bunlar, bugünkü futbol maçları gibi, halkın büyük eğlencesini   teşkil   ederdi.   Romalılardaki   “sirk”,   yeni   her   çeşit   yarışma   merakının Etrüsklerden geldiğini ve hatta meşhur “gladiatör” oyununun bile Etrüsklerden alınma olduğunu tarih bilginleri yazar.
Etrüskler sahne oyunlarını da pek severlerdi. Romalı tarihçilerin kayıt ve ifadesine göre, Etrüskler arasında trajedi yarları bile varmış. Lâtin dilindeki, tiyatro ile ilgili hemen bütün kelimelerinin aslının Etrüskçe oluşu Romalıların tiyatro, sanat ve tekniğini de Etrüsklerden almış bulunduğunu göstermektedir. Esasen, Romalılar İmparatorluk devrinde bile, muayyen millî günlerde gösteriler tertip etmek lâzım olduğu zamanlar, Etrüsk şehirlerinden tiyatro ve raks sanatçıları getirirlerdi.
Etrüskler maddî hayatı mühimsemekle beraber, mânevî hayata da büyük değer verirlerdi. Başka deyimle, Etrüskler çok dindar idiler. İnsanlarla tanrılar arasında aralıksız bir diyalog halinde sürüp giden mânevî ilişkilerin bulunduğuna inanırlardı. Tanrılar bir takım işaretler ve olaylar şeklinde, insanlara talimat ve mesajlar gönderiyorlardı. Bir ağacın dalının kırılması, bir kuşun pencere kenarına konması, yağmurun şu veya bu şiddette gök gürlemesi tanrılardan gelen birer haberdi. Bunların her biri tanrıların muayyen bir arzusuna alâmet veya memnuniyet, hiddet gibi hislerine işaretti. Rüya tabir eder gibi bunları tabir ve tefsir etmek rahiplerin başlıca vazifesi idi.
Etrüsk rahipleri kuşların uçuşuna, şimşek çakmasına ve kurban edilen hayvanların karaciğerine bakmak suretiyle de, tanrıların arzularını keşfederler, onların gizli ve kutsal dilinin tercümanlığını yaparlardı.
Etrüsk kadını tıpkı, ziyafetlerde, tribünlerde olduğu gibi, dinî törenlerde de, süsünü kıyafetlerini ihmal etmeksizin, kocasının yanında yer alırdı.
Esasen Etrüsk kadını da erkeği de, yiyip içmeği sevdikleri kadar, giyinip kuşanmayı severlerdi. Kadının elbisesi iki parçadan ibaretti: ince kumaştan topuklara kadar inen bol etekli entari, onun üzerine işlemeli veya desenli ağır kumaştan bir nevi kaftan.
Chiusi müzesinde gördüğüm kadın heykellerine bakılırsa, genç kız ve kadınların, saçlarını, Türkmen kızları gibi, incecik örgüler halinde omuzlarına bıraktıkları anlaşılıyor.
Erkekler de, Yunan modasının tesirinden önceki devirde, eski Türkler gibi uzun saç bırakırlardı. Bu uzun saç üzerine, yine eski Türkler gibi tepesi sivri bir başlık (“tutul” (us) ), yani  bir nevi külâh giyerlerdi. Erkeklerin elbisesi “taban-nus” idi. Sonraları Romalıların “toga” dedikleri bir cübbe ile vücutlarını sarmağa başlamışlardır.
Gerek erkekler, gerek kadınlar burnu sivri ve kalkık bir çeşit papuç giyerlerdi ki, süslü olduğu kadar da sağlamdı. Bu “Etrüsk papucu” dünyada meşhurdu ve bugünkü İtalya, nasıl Fransa’ya, İngiltere’ye ayakkabı ihraç ediyorsa, o zamanki Etruria da Yunanistan, Fenike gibi ülkelere, başka mallar meyanında, gemiler dolusu pabuç satardı.
Süsüne düşkün olan Etrüsk kadını mücevhere de değer verirdi: Törenlere, ziyafetlere gittiği zaman, kolye, küpe, iğne, yüzük, bilezik gibi çeşitli mücevherler takmayı severdi.
Böylece, sağlam bir ekonomiye dayanan kuvvetli bir devlet kurmuş olan Etrüskler, refah  ve  bolluk  içinde  yaşayıp  gidiyor,  her   şeyi  kendilerinden  öğrenmiş,  her  şeyi kendilerinden almış olan Lâtinlerin ruhuna gizli aşağılık kompleksinin Etrüsk milleti için ne büyük tehlike teşkil ettiğini akıllarına getirmiyorlardı
ETRÜSKLERİN ROMALILAR TARAFINDAN YOK EDİLİŞİ
Romanın Etrüsk idaresinden çıkması Etrüsk sitelerinde endişe yarattı. Durumu gören Chiusi Kralı Porsenna, tahtından kovulan Roma kralını yeniden tahtına oturtmak için askerî teşebbüse girişti. Fakat bir aralık Roma’yı zaptetmeğe bile muvaffak olmasına rağmen, teşebbüsü sonuçlanamadı. Bir müddet sonra da, oğlu Lâtin Siteleri Birliğinin ordusuna yenilince, Roma Lâtinlerin eline geçti.
Romalılar bu zaferlerden büyük cesaret aldılar ve sıra ile diğer Etrüsk şehirlerini de zaptetmeyi tasarladılar.
Yukarıda işaret edildiği üzere, Romalılar her şeyi Etrüsklerden öğrenmiş, medeniyetlerini Etrüsklerden almış olduklarından, onlara karşı kuvvetli bir aşağılık duygusunun tesiri altında idiler. Bunun neticesi olarak, Romalılar Etrüsklere karşı düşmanlık ve kin besliyorlardı. Her Romalı Etrüskleri yenmek, ezmek Etrüsk olan her şeyi tahrip etmek arzusu ile yanıp tutuşuyordu. Dört asır süren Etrüsk – Roma mücadelesi sırasında bu dinmez kinin vahşi ve korkunç tezahürlerine defalarca şahit olunmaktadır.
 Romalılar kentlerine pek yakın olan Veies şehrini kuşatmakla işe başladılar. On sene süren kuşatmanın sonunda bir hile ile girdikleri şehirde misli görülmemiş katliâm yaptılar. Kendi milletini daima şirin göstererek yazan Titus Livius bile, ilk yirmi dört saatin her dakikasının adam öldürme ile geçtiğini kaydeder.
Muzaffer Romalılar, sanat ve medeniyet seviyesini, zenginlik ve refahını öteden beri kıskandıkları Veies’nin mabetlerini, meydanlarını, parklarını ve bahçelerini süsleyen üç bin (!) heykeli Roma’ya taşımayı da ihmal etmediler.
….
Bundan sonra Etrüskler için çöküş devri başlar. Bir yandan Yunanlılar Etrüsklerin kuzeydeki Adria, Spina gibi limanlarını zaptederler, bir yandan da Romalılar, Etrüsk tesanüdünü diplomasi ile yıkmağı başararak, sıra ile Cerveteri (M.Ö. 351), Tarquinia (300), Volterra (295), Volsinies (283), Vulci (273) şehirlerini ele geçirirler. Bu şehirlerin hepsinde merhametsizce katliam yapılır, katliamdan kurtulan ahali de esir olarak satılır
….
Burada  şunu  kaydetmek lâzımdır  ki,  Etrüsklerin Romalılar tarafından  yok  edilişi dünya tarihindeki ilk metodik ve sistemli “jenosid” hareketidir. Bu “ulus öldürme” hareketi kendini sadece maddî sahada değil, mânevî sahada da göstermiştir. Bizzat bir İtalyan yazarı şu itirafta bulunur:
“Romalılar Etrüskleri yok etmekle kalmayıp, medeniyetlerinin en ufak izini bile ortadan kaldırmak için ellerinden geleni yapmışlardır.”
….
Romalılar Etrüskler tarafından yazılmış tarih kitaplarını yok etmekle kalmamış, kendi yazdıklarında da tarihi tahrif etmekten, gerçekleri gizlemek ve olmayan şeyleri uydurmaktan çekinmemişlerdir. Bugünkü tarafsız Etrüskologlar Romalı tarihçilerin şovenlik ve Romalılık gururu  ile  tarihî  gerçekleri  tahrif  ettiklerini  ve  meselâ  Titus-Livius  gibi  bir  tarihçinin dediklerini ihtiyatla karşılamak gerektiğini yazarlar.
Romalılar Etrüsk milletini yok edip manen ve maddeten gömdüklerini zannederken, kendilerine en büyük oyunu oynayan Etrüsk mezarları olmuştur.
ETRÜSK MEDENİYETİNİN YENİDEN ORTAYA ÇIKARILIŞI
Etrüsklerin mezarları eski Mısırlılarınki ve eski Türklerinki gibi, ölü ile birlikte, onun hayatta iken sahip olduğu eşyanın da gömüldüğü bir yerdi. Onun için, bilhassa varlıklı sınıfa mensup Etrüsklerin mezarı, bu eşyanın sergilenmesine müsait bir veya birkaç odadan ibaret olurdu. Duvarlarının resimlerle süslendiği bu oda veya odalarda, ölü erkek ise, silâhla ve hazinesi, kadın ise mücevherleri ve diğer süs eşyası en mutena yere yerleştirilirdi. Ölünün kalkıp dolaşacağı farzedildiğinden, odalar döşenir, şuraya buraya masa ve sandalyeler ve tabaklar, bardaklar içine yiyecek içecek konurdu.
İşte bu sebepledir ki, Etrüsk mezarları Etrüsklerin günlük hayatını, yani medeniyet ve sanatını asırlar boyunca olduğu gibi muhafaza etmiş ve 19 uncu asırda ilim dünyası tarafından keşfedilmesine imkân vermiştir.
….
Pelasg adlı kavim hakkında eski Yunan tarihçilerinin eserlerinde mevcut bilgiler şöyle özetlenebilir:
1) Pelasglar kuzeyden gelmiş bir kavimdir: Bu kendilerinin ya Yunanistan’ın, ya da
Karadeniz’in kuzeyinden geldikleri manasına gelir.
2) Bu kavim durmadan yer değiştirirdi, yani göçebe idi.
3) Pelasglar oturdukları bölgelerin veya kendilerini yöneten başbuğun adına göre kolayca ad değiştirirlerdi.
4) Pelasglar inşaatçı ve imarcı bir millet idiler. Atina’ya hâkim bulundukları sırada, orada öyle bir duvar meydana getirmişlerdi ki, bunun bir parçası asırlara meydan okumuştur.
5) Nihayet, Pelasgların komşu milletler açısından pek hoş olmayan bir âdetleri vardı: o da kız kaçırma şeklinde başka milletlerin kadınları ile evlenmeleri idi.
6)  Yukarıdaki  beş  noktaya  Yunanlı  tarihçiler  tarafından  işaret  edilmeyen,  fakat Lemnos yazıtlarının teyit ettiği ve bilginlerce Etrüsk lisanı ile Pelasg lisanının birbirine benzetilmesinden çıkarabileceğimiz şu noktayı da ilâve edebiliriz: Pelasglar Hint – Avrupa olmayan, agglutinatif ve ses uyumuna tabi bir dil konuşurlardı.
PELASGLAR KİMDİ?
Pelasgların, yani Etrüsklerin bugünkü hangi ırka tekabül ettiklerini tespit etmek için, yukarıda sayılan özelliklerin hangi ırkta bulunduğunu araştırmak gerekir. Bahis konusu ırk veya kavim hangisidir?
İşte babamın teorisi burada yerini bulmaktadır. Sadri Maksudî’ye göre, Etrüskler o millettendir ki, İsa’dan  1400 yıl önce Çin tarihlerinde adı geçmektedir. Bu milletin askerî kuvveti bir çok Roma İmparatoru’nun uykusunu kaçırmış, yüksek medeniyet seviyesi Bizans Elçisi Zemarkosun ve Saint – Louis’in adamı Rubruk’un gözlerini kamaştırmıştır. İtalyanın seyyahı Marko Polo Çin’e geldiği zaman, Çini idare eden o milleti, o milleti ki tarihinin muayyen bir devrinde Akdeniz’e “bizim deniz” diyebilmiştir. Ondördüncü Lui gibi bir hükümdar o milletin Padişahına “Büyük Efendimiz” diye hitap etmiştir, o millet ki, Mısır’ı fethedip uzun zaman idare etmiş ve orada Napolyon gibi bir kumandanı yenilgiye uğratmıştır. Ayni millet asırlarca Hindistan’ı idare etmiş ve orada Tac – Mahal gibi nefis mimarî eserleri bırakmış, Isfahan’da, Şam’da, Lahor’da, bugün turistlerin hayranlıkla setrettikleri medeniyet hazinelerini meydana getirmiştir. Bu millet tarihte bir kere değil, dört kere, beş kere Romalılarınki kadar büyük İmparatorluklar kurmuş, bir kere değil, birkaç kere bugün kalıntılarıyla Orta Asya’da kazı yapan arkeologların ağzını açık bırakan medeniyetler yaratmıştır. Başka tabirle, babam Sadri Maksudî’ye göre, Pelasglar, yani Etrüskler Türk ırkına mensup bir kavimdi.
Bu kanaat, zannedilebileceği gibi, şovenlikten doğan ve hissî neviden olan bir kanaat değildir,  Pelasglar  =  Etrüsk  denkleminde  kaynağını  bulan  ve  mantıkî  bir  muhakemeye dayanan ilmî bir görüştür.
Pelasgların özelik ve niteliklerine tekrar göz atacak olursak, onların hangi etnik gruba dahil olduklarını tesbit sırasında ele alabileceğimiz ırk ve kavimler mahduttur. Çünkü seçeceğimiz kavmin dili hem agglutinatif, hem de ses uyumu kanununa tabi olmalıdır: Macarlar, Finler, Moğollar ve Türkler. Fakat Pelasgların yukarıda işaret edilen altı özelliğini hatırlayacak olursak, ancak Türk ırkının gereken şartlara uygun olduğu meydana çıkar.
Esasen, Pelasgların türkçe konuştuklarına dair, biricik olmakla beraber, mükemmel bir delile sahip bulunmaktayız. Gerçekten Lâtin bilginlerinden Varron’a göre “TEPAE” kelimesi pelasgca bir kelime idi ve küçük dağ manasına gelirdi.
Burada şunu açıklamalıyız ki, Pelasg kavminin hususiyetleriyle Türk milletinin hususiyetleri aynidir, dediğimiz zaman Türk milleti tabiri zaman ve mekân içinde en geniş manasında, yani tarihinin bütün safhalarını ve bugün mevcut bütün Türk zümrelerini kapsayacak şekilde anlamak lâzımdır.
Açıklamakta olduğum nazariyenin bugün kabul edilmiş fikirleri alt üst eder nitelikte olduğunun farkındayım. Onun için, bu nazariyenin analojik metodla bir kontrolünü yapmanın, yani Etrüsk kavminin karakteristik vasıfları ile Türk milletinin özellikleri arasında bir paralel çizmenin faydalı olabileceğini düşünmekteyim.
Etrüsklere dair herhangi bir kitapta bu kavmin savaşçı, cesur ve binicilikte usta bir kavim olduğuna, 12 siteden kurulu siyasî birlikler teşkil ettiklerine, senelik siyasî ve dinî kurultayları bulunduğuna, çalgı ve oyuna düşkün olduklarına, hayvan motiflerinden ilham alan sanatları ve ölülere ibadetle fala dayanan dinleri bulunduğuna işaret edildiği görülür.
Türklere  gelince  askerî  kabiliyetlerinin,  savaştaki  cesaretlerinin  isabet  edilmeğe muhtaç olmadığını zannediyorum. Ayni şekilde, binicilikte ustalıkları dünyaca bilinmektedir. Esasen  hemen  bütün  Alman  ve  Macar  etnologları ata  binme  âdetini  dünyaya  Türklerin yaydığı konusunda sözbirliği etmektedirler. Türklerin inşatçı bir millet olduğunu hatırlamak için İstanbul ufuklarının zarafetini seyretmek ve Ayasofya’ya ilâve ettikleri güzellikleri göz önüne getirmek kâfidir.
Demirciliğe gelince, ileride bahis konusu edeceğimiz kazılar, Orta Asya Türklerinin bronz çağında bile çok usta maden işleyicisi olmuş olduğunu isbat etmiştir. Meşhur bir Türk efsanesine göre, Türkler, tarihlerinin belirli bir devresinde, Ergenekon adlı bir vadide mahsur kalmışlar ve oradan, dağı eritmeği başaran demircileri sayesinde kurtulmuşlardır.
ADİLE AYDA
Kitap dosya(pdf) halinde sunulmuştur: etruskler-turk-mu-idi
Günün birinde Orta Asya’daki kazıların neticeleri ırkçı peşin hükümlerin ve politik mülahazaların tesirinde olmayan bilginler tarafından daha objektif ve daha tarafsız bir şekilde incelenir, bilginler arasında Orta Asya’nın sanatı ile Etrüsklerin sanatı arasındaki şaşılacak benzerliğin farkına varılır ve Etrüsk dilinin tetkikini Romanist veya Germanist bilginler değil, Türkologlar ele alırsa, o zaman ister istemez, Roma Arkeoloji Enstitüsü’ndeki konferansımda ileri sürdüğüm ve büyük küçük eserle geniş okuyucu kitlesine tanıtmaya çalıştığım teori kabul edilecektir.
Adile Ayda kimdir?
(1912-1992)
Kazanlı ilim ve siyaset adamı Sadri Maksudi Arsal’ın kızıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın diplomatıdır
NOT: Sayın Adile Aydın’ın bu değerli eserini kitaptan okumak gerekir. Hazırladığımız özet, sadece ön bilgi verme amaçlıdır.

HAZIRLAYAN: Yılmaz Karahan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder