12 Haziran 2015 Cuma

DÜŞ NEDİR?

BİLİMİN BÜYÜK SORULARI
Bilim, özellikle Rönesans sonrası adeta basamakları koşarak çıkılan bir merdiven gibi. Ama 21. Yüzyılı yaşarken dahi bilim henüz bazı önemli sorulara cevap veremedi. Bu yazı dizisinde Harriet SWAİN’in  “Big Questions in Science” kitabından geniş olarak anlattığı ve cevap bulmaya çalıştığı sorularımızı ve bilim adamlarının bunlara ilişkin yanıtlarını özetleyerek sunacağım. Belki de bu sorular sizin de zaman zaman aklınıza geldi. Umuyorum bu fikir fırtınası bilinemeyen bazı yanıtları açıklığa kavuşturur. 
  
Charles Bukowski
 

Düş Nedir?
Düşler bizi büyüler. İster tekrarlanan kabuslar, ister iyicil, gerçek üstü imgeler olsunlar, onların ne anlama geldiklerini mutlaka bilmek isteriz.
Düşler edebiyat, felsefe ve dinde büyük bir rol oynayarak farklı çağlar ve kültürleri de büyülemiştir. Tarihte kaydedilmiş ilk düşler, İ.Ö. 3100 yılına, Mezopotamyalı Sümerlere kadar uzanır.  Sümerlerden, Eski Yunandan günümüz psikoterapisine kadar insanlar düşleri yüksek bir iletişim biçimi olarak görmüşlerdir: vahiyler, yaratıcı ilhamlar, kehanetler veya gizli arzuların anahtarları. Bununla birlikte birçok kişi de onları saçmalık olarak bir kenara atmıştır.
Freud, hastalarını düşleri hakkında konuşturarak, bilinçli ve bilinçaltı düşünce arasındaki gerilimin örtüsünü kaldırdı ve sonuç olarak ortaya çıkan gerilemeyi zihinsel hastalıkla ilişkilendirdi. Freud ilk başta, hastalarında düşümsü hali uyandırmaya çalışarak bilinçaltına ulaşmak için hipnozsal telkin yöntemini kullandı. Buradan, daha sonra “serbest çağrışım” olarak tanınan yönteme kaydı. Bu yöntemde basit bir şekilde hastadan aklına gelen ilk fikri söylemesi ve bağlantısız fikirleri birbiri ardına söylemesinin istenmesi üzerine kuruluydu. Bu, hastaların bilinçaltı hakkında ipuçları verse de, hastanın bilinçli iradesinin direnişiyle karşılaştı. Freud buradan hareketle,
1.        içgüdüsel düşünceyi gösteren id;
2.        örgütlü, gerçekçi düşünceyi gösteren ego;
3.        ahlak ve eleştiri işlevlerini karşılayan süperego olarak üç boyutlu zihin teorisini oluşturdu. Son yıllarda araştırma daha ziyade psikolojik alana kaymıştır.
Başka bir gelişme, beynin uyku sırasında en az uyanıkken olduğu kadar etkin olduğunu gösteren beyin-tarama teknolojisi olmuştur. 1950 yılında Chicago Üniversitesi, hızlı göz hareketleri (REM, rapid eye movement) uykusu üzerinde bir dizi araştırma yapmış ve bu araştırmalar düşler ile uykunun çeşitli aşamaları arasında bir bağlantıyı göstermiştir. Gözleri, göz kapaklarının altında hareket etmeye başladığı anda uyandırılan kişilerin, çoğunluklu düşlerini hatırladıklarını bulgulamışlardır.
Bilgisayarlar yaygınlaşınca, birçok bilim adamı tarafından REM’in bir bilgisayardaki scandisk ile aynı işlevi gördüğü, beyni ertesi güne hazırladığı veya bir önceki günün olaylarını belleğe yerleştirmeden önce işlemden geçirdiği iddiaları ortaya atılmıştır. Francis Crick ile Graeme Mitchison 1983 yılında Nature dergisinde “unutmak için düş gördüğümüz”ü ileri sürdüklerinde epey bir karışıklık yaratmışlardı. Onlara göre düşler, gündelik hayatın aşırı yüklemesinden arta kalan zararlı ve gereksiz parçalarıydı ve REM uykusu bir tür zihnin çöpçüsüydü.
Yakın zamanlarda Kolombiya Presbyterian Tıp Merkezi gözbilimleri bölümünün bir oküler psikoloji profesörü olan David Maurice, REM uykusunun işlevinin, önceki günlerin hatıralarını işlemeye yardımcı olmaktan ziyade, gözün korneasına oksijen tedarikini sağlamak olduğunu ileri süren bir araştırma yayınlamıştır.
Düşlerin, beynin dış menzillerinde, duyguların rehberliğinde kendi kendini ilişkilendiren bir biçimde işlerken, bilinçli düşüncenin genel malumat girdisi ve çıktısını kapsayan daha sınırlı bir alanda iş gördüğüne inanmaktadır.
(Mandy Garner)

Düş gördüğümüz zaman, genellikle uyanık olduğumuza inanırız. Düşlerin zihinsel dünyası öyle inandırıcı bir şekilde gerçektir ki, öteki insanlarla paylaştığımız ‘dış dünya’ ile karıştırırız onu.
Oxford İngilizce Sözlük, düşü “uyku sırasında zihinden geçen düşünceler, arzular, imgeler zinciri” olarak tanımlıyor.
Düşlerimizin içinde, tıpkı uyanık hayatımızdaki gibi yaşarız. Bu açıdan bakıldığında düş görme bilincin özel bir organizasyonudur. Elbette bu, bir soruyu davet ediyor. Bana göre bilinç, olanın düşüdür. İster uyanık, ister uykuda olun, bilinciniz, beyninizin en yakın bilgi kaynaklarından hareketle oluşturduğu kendinizin ve dünyanızın basitleştirilmiş bir modelidir.
İki tür uyku vardır: büyüme, tamir ile bakım, gevşemiş bir beden ile tembel bir beyinle bağlantılı Sessiz Uyku (SU) denilen enerji-koruyucu durum ile bundan çok farklı olan ve Etkin Uyku, REM veya Paradoksal Uyku (PU) denilen diğer bir durum. Bu ikincisi, hızlı göz hareketleri, kas kıvrılmaları, felç halinde bir beden ve çok aktif bir beyinle düş görmeyle ilişkilendirilmiştir.
Düşlerle uyanık tecrübeler arasında hiçbir fark olmadığını iddia etmiyorum. Örneğin düş dünyası uyanık dünyadan daha az istikrarlıdır, çünkü düşte dışsal yapının-fiziksel gerçekliğin-istikrarı yoktur. Aynı şekilde bir insan düşünde fizik ve toplum yasalarını, bunların sonuçlarına katlanmadan çiğneyebilir. Fakat duyusal sınırlılığın yokluğu aradaki tek özsel farktır. Bir insan düşte olduğu halde, kendinin düş görüp görmediğini bilemeyebilir. Aradaki farklar ne olursa olsun, onların farklılıklarından çok benzerliklere sahip olduklarına inanıyorum. Yirminci yüzyıl İngiliz hekimi ve yazarı Havelock Ellis’in söylediği gibi, “Düşler sürdükleri sürece gerçektir. Peki hayat da böyle değil mi?”
Düşlerin en karakteristik özelliklerinden biri de, hatırlanmalarının güçlüğüdür. Ortalama bir insan, gecede en az altı kez düş görür; fakat haftada bir kez hatırlar. Düşlerin tipik olarak hızla unutulmasının açıklamasını yine evrim vermektedir. İnsanlar diğer insanlarla konuşarak, düşlerin diğer tecrübelerden farklı olduğunu öğrenir. Fakat dile sahip olmayan hayvanlar, birbirlerine düşlerin gerçeklerden nasıl farklı olduğunu anlatamazlar.
Düşlerimiz öyle gerçek görünür ki, genellikle ancak uyandıktan sonra onların kendilerine özgü zihinsel tecrübeler olduklarını anlayabiliriz. Her ne kadar genellikle düşleri bu şekilde tecrübe etsek de, bunun önemli bir istisnası vardır: bazen düş görme sırasında bilinçli olarak düş gördüğümüzü fark ederiz. Bilincin berrak bir görüşe sahip olduğu bu duruma “bilinçli düş görme” denmektedir. Örneğin, bilinçli düşlerde tahmin edilen zaman aralıklarının yakın bir şekilde fiili saat zamanına denk geldiğini, düş görme sırasındaki soluk alışların, gerçek soluk almayla aynı olduğunu, düşteki hareketlerin mukabil kasların kasılmalarına sebep olduğunu ve düş esnasındaki cinselliğin, fiili cinsellikle aynı psikolojik tepkiler gösterdiğini bulguladık.
(Stephen LaBerge)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder