2 Temmuz 2015 Perşembe

EDİRNE ESKİ CAMİİ - (ASAR-I ATİK - ULU CAMİİ)

Edirne’de şöyle derler:
Eski Cami’nin Yazısı
Selimiye’nin Yapısı
Muradiye’nin Çinileri
Bayazıt’ın Sinisi
ve Üç Şerefeli’nin Kapısı…
Eski Cami,  Edirne ilinin merkezinde ve Selimiye’den ayrılıp yokuş aşağı yürüdüğünüzde hemen karşınıza gelen camidir. 15. yüzyılda yapılmış cüsseli camilerin en önemlisidir. Dört paye üzerine yerleştirilen dokuz kubbeli ve üç kapılı bir camidir.
Edirne'de zamanımıza ulaşmış ilk orijinal abidevi yapı olarak bilinir. Caminin yan kapısı üzerindeki kitâbeye göre mimarı Konyalı Hacı Alâaddin, kalfası ise Ömer ibn-i İbrahim'dir. Caminin, kuzey ve kuzeydoğu kısımlarında birer minaresi bulunur.
Kitabeyi okuyup içeri giren misafirler için Eski Caminin  en güzel hediyelerinden birisi Evliya Çelebi’nin de dediği gibi, namaz vakitlerinde her saf arasına konulan karanfillerin misk-i amber gibi kokmasıdır.

Halk arasında karanfil kokmasından dolayı Karanfil Camii, dönemin en büyük camisi olmasıyla Ulu Cami, Emir Süleyman’ın yapımına başlaması dolayısıyla Süleymaniye Camii, şerefelerinin sayısı sebebiyle Üç Şerefeli Cami ve şehrin en eski camisi olması itibariyle Eski Cami gibi isimlerle anılır. Edirne de cemaati en bol olan camilerden biridir. 

Osmanlı tarihinde Fetret Devri diye anılan dönemde (Emir) Süleyman Çelebi tarafından 1403 yılında inşaasına başlandı. I. Mehmed tarafından 1414'te tamamlandı. Osmanlı padişahlarından II. Ahmed ve II. Mustafa'ya bu camide kılıç kuşanma törenleri yapıldı. 1749 yılında yangından, 1752'de ise depremden zarar gören cami; I. Mahmud döneminde onarıldı. Cumhuriyetin kuruluşunun ardından, 1924-1934 yıllarında tekrardan restorasyona uğradı.
II. Murat döneminde Edirne’ye gelen ve Camiye girerek vaaz verdigi Söylenen Hacı Bayram Veli'nin anısına duyulan saygı nedeniyle vaaz kürsüsü imamlarca kullanılmamaktadır.
Fatih Sultan Mehmet Hanın  tarihçilerinden Beşir Çelebi’nin naklettiğine göre; “Hacı Bayram-ı Veli Edirne’ye II. Murat tarafından getirildikten sonra; bir gün, Eski Cami’ye gider. Camiye girdiğinde, orta kubbenin altında ibadetle meşgul olan Hz. Muhammed’i (sav)  görür. Peygamber Efendimiz kendisine: “Bu cami benimdir, burada ümmetimle birlikte olurum. Ya Şeyh! Zinhar bu makamı hali görmesinler. Dâim gelip bunda hacet dilesinler!” der. 
Başka bir ayrıntı da: Hacı Bayram Veli Hazretleri Edirne’de iken Fatih Sultan Mehmet doğmuştur Edirne’de.
Ayrıca Kâbe'den getirildiği rivayet edilen ve mihrabın sağında bulunan Kâbe taşı, özel bir ziyaret noktasıdır. (Aşağıda daha ayrıntılı olarak söz edeceğiz)
Cami sizi iki minareyle karşılar ki bu minarelerin birincisi tek şerefeli tek yollu,  ikincisi ise iki şerefeli iki yolludur, ikinci minareye  iki müezzin birbirini görmeden farklı yollardan çıkıp o çifte ezanı şerefelerden okumaktadırlar.

Merkezi kubbeyi taşıyan dört Paye ile dört duvar üzerine dokuz Kubbelidir. Bir yanının dış ölçüsü 13 m. olan kare planlıdır. 13 m. çapında ve tümüyle yarım kubbe Biçiminde olan kubbeler, yan neflerle Pandantiflere, ortada çeşitli geçiş öğelerine oturur. Orta kubbenin Trompları mukarnas dolgusudur. Taç Kapı, son cemaat yeri girişi ve minber Ak mermerdendir. Kuzey ve batı Yüzleri daha süslüdür. Son cemaat yeri girişindeki kemer çevresinde bulunan rozetler ve sipiralli Süsleme, onarımda yapılmıştır.

İç mekanda yalnızca dört paye oluşu yapıya ferah bir görünüm verir. Bu özelliğiyle Osmanlı mimarisinde Mekanın birleştirilmesi yönünden yeni bir aşamayı oluşturur. Paye ve duvarlarda yer alan iri ak yazılar ve Barok Süsleme, mekan etkisini zayıflatır. Camide süsleme yönünden en önemli bölüm minberdir.
Caminin beyaza boyanmış duvarları ve payeleri üzerinde 18. ve 20. yüzyıllarda yazılmış çeşitli yazılar vardır. Bunların bazıları I. Mahmud zamanında, bazısı da 1863 yılındaki onarımda ilave edilmiştir. Sonraki dönemlerde de zamanın ünlü hattatları yazılarını buraya vermiş veya yerine yazmışlardır. Minberin sağındaki altın yaldızlı besmele de II. Abdülhamid'in imzası görülmektedir
Caminin içerisinde bulunan bu yazılardan en ilgi çekeni ise “vav” harfleridir. Öyle ki vav harfleri caminin içerisinde size buraya neden geldiğinizi, “abd-kul” olmanın ne anlam ifade ettiğini anlatmaktadır. Caminin ana orta kapıdan içeri girdiğinizde sağ tarafındaki duvarında iki vav harfinin karşı karşıya geldiğini görürsünüz. İşte bu iki vav, size Hz.Mevlâna’nın o  tevazulu oturuş şeklini göstermesinin yanında, (İttaku’l vâvat) nasihatini hatırlatır: Allah Resülü bizleri sorumluluğu olan şeylerden sakınma noktasında uyarıyor ve “Vavlardan sakının!” diyor. Birinci vav, “Vâlideyn” hakkına (anne ve baba hakkı) riayet edilmesi gerektiğini ifade eder. İkincisi ise “vakıf”  hakkıdır. 

Karşılıklı duran bu iki vav’ın diğer bir özelliği ise bir vav’ın  ebced hesabında 6 rakamına denktir ki, bu yönüyle aynı zamanda imanın 6 şartını temsil ettiği söylenir ve iki vav’ın karşı karşıya gelmesi de altmış altı rakamını gösterir. Bu da bize “Allah” lafzının ebced hesabında olan altmış altı karşılığını verir. Yani iki vav karşı karşıya geldiğinde “Allah” lafzına işaret eder.

Belki gözünüzü alamayacaksınız ama zamanınızın da kısıtlı olduğunu bilerek o güzel halıların üzerinde kıbleye doğru hareket edeceksiniz. Daha birkaç adım atmadan sizi karşıda öyle güzel ve büyük bir vav karşılar ki, bu vav da size bazen bir insanın secdedeki halini, bazen ise bir ceninin anne karnındaki oturuş şeklini anlatır. Buradaki vav harfine mana ile bakmaya çalışanlar Allah’ın Esma-ül Hüsnâ’sında olan  Vahdaniyeti ihtiva etmesi yönüyle de Allah’ın birliğini ifade eder. Yine buradaki vav harfi “fevelli Vecheke…” ayetindeki vav harfini bize hatırlatır; “Haydi yüzünü Mescidi-i Haram’a (Kâbe’ye) çevir!” (Bakara Suresi 144,149 ve 150. Ayetler) 

Vav bunlarla da kalmayarak sizlere insanın vav şeklinde doğmasını, elif şeklinde kabre girmesini anlatır. Bu anlatımı caminin içerisinden çıkarak peygamberlere kadar  uzanır; Hz.Musa vav olmuştur ama Firavunun gözü mertekte kalmıştır. Hz.İbrahim ateşte vav’dır, Nemrut ise ateşe odun olmuştur. Hz.Yunus, vav olup balığın karnından kendini kurtarmıştır. 

Bir de küçük anekdot aktaralım;
Vaktiyle caminin yapımı yıllarında Edirne’de yaşayan bir hattat varmış. O hattat ki Edirne’nin erenlerinden bir ayakkabı tamircisi olan  Eskici Babadır. 

Padişah Çelebi Mehmet caminin inşası tamamlandıktan sonra  onun ayağına giderek “Efendi Hazretleri artık eser sizindir!” der. Eskici Baba da camiye giderek bir koca kazan kara boya hazırlatır ve velayet kerametiyle fırçasını kazana batırıp, ne renk arzuluyorsa, kubbelerde o renk yazı ve süsler olurmuş. Bu kerameti karşısında adı Eskici Baba iken artık halk arasında  Boyacı Baba olmuş. 

Kapı üzerindeki yazıtta Çelebi Sultan Mehmet'in adı vardır. Doğu ve batı yüzeylerindeki geçme yıldızlar ve Rumiler ilginçtir. 5 kemerli son cemaat yeri ve biri tek öbürü iki şerefeli, iki minaresi vardır. Cami, 1748'de yangından, 1752'de depremden zarar görmüştür. 1754'te Sultan I.Mahmut Döneminde, 1924 ve 1934'te onarılmıştır.

II. Murat döneminde Edirne'ye gelen ve Camiye girerek vaaz verdiği Söylenen Hacı Bayram Veli'nin anısına duyulan saygı nedeniyle vaaz Kürsüsü imamlarca kullanılmaz.
Camide kısa bir tura çıkıp anlatılanları dinleyelim;

“…600 yıllık bu minberin üzerinde oyularak yazılmış olan Bakara Suresinin son iki âyeti “Âmenerrasulü” vardır. Süslemeler nakkaş A.Molla Mustafa’nın el yazısıdır. Bu yazının o dönemde sabırla nasıl yazıldığını düşünürken siz, minbere her Cuma ve Bayram namazında hutbeyi kılıçla vermek için  çıkan imamı hatırlarsınız. İmamın minbere kılıçla çıkma nedeninin burada daha önce yapılan kılıç kuşanma törenlerinden kaynaklandığını sanırsınız. Oysa ki hutbenin 20 sünnetinden birinin de harple alınan her beldede hatibin sol elinde bir kılıç bulunup, hutbeyi ona dayanarak okuduğunu camii içerisinde sizlere hatırlatırlar.
 

Evliya Çelebinin “gayet sanatlı” dediği minberin çevresine göz atmaya başladığınız zaman küçük bir pencereden gelen o enfes ışığa gözünüz takılır. Sanırsınız ki, bu ışık bir nurdan ibarettir. Evet şu an da gelip durduğunuz kısım Kabe’deki Rükn-i Yemâni denilen köşeden bir parçanın olduğu yerdir. Efendimizin(sav) işareti üzerine Sultan II.Murad’ın yani: “Zamanında ulemâ ve sulehâ ve fukara müreffeh ü’l-hâl ve muntazamü’l-ahvât ve Ebülhayrât (hayırların babası)” unvanına layık olan  padişah, eski caminin mihrabının sağına bu parçayı yerleştirir. Son selam taşı olarak ta bilinen Rükn-i Yemani günümüz de ziyaretçilerin ilgi odağıdır. 

Son selamı son selam taşına (Rükn-i Yemani) verdikten sonra mihrabın önünde durursunuz. Mihrap gayet güzel mukarnaslarla süslenmiştir ve ilgi çeken yanı ise “mihrabın dışı ile içinin aynı olması”dır. Yani "insanın iç dünyasının simasına vurduğunu" simgelemektedir. 

Mihrabın hemen üst tarafında bulunan caminin en ön kubbesi olarak ta adlandırılan o üçgen çizgili kubbenin ortasında “İhlâs suresi” yazılıdır. Bu kubbede cami kendini sizlere bağlamak için bir hadis-i şerifi sizlerle paylaşıyor. Bu öyle bir hadis ki; burada artık bir yaşam tarzı haline gelmiştir: Enes bin Malik’ten(ra) rivayet edildiğine göre Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Kim sabah namazını cemaatle kılar, güneş doğana kadar Allah’ı zikreder ve sonra iki rekat namaz kılarsa, o kimseye hac ve umre sevabı vardır.” Bu hadisin manasını bilen gönül insanları sabah namazını cemaatle kılar ve güneş doğana kadar burada kalıp Allah’ı zikrederler. Camiden çıkmadan öncede duha-kuşluk namazını kılıp bir hac ve umre sevabı alırlar. Tabii ki bu sadece bu cami için söylenen bir hadis değildir. İnsanlar bunu her yerde uygulayabilirler. Lakin Edirne Eski Camide daha bir aşkla uygulandığını sizlerle paylaşmış olalım. 

Hemen karşınızda göreceğiniz ve Edirnekâri ile bezenmiş müezzin mahfili sizi etkiler ve hatta çıkarken o döner merdiveninin işlemeleri sizi kendine âşık ettirir. Tam olarak üzerine çıktığını vakit girişinde Hz.Bilal’in(ra) isminin yazılı olması da derin bir anlam ifade etmektedir. 

Caminin engin mısralarında anlatmak istediğimiz kutsi tecellinin, kendini had safhada gösterdiği bu serhat şehrinde, hayallerin ötesinde buluşmak isteyen can ve cananlar için “kalplerin en iyi ve en kudretli bir biçimde attığı yer” diyor ve bu duygu ve düşüncelerle eski caminin hünkar mahfilinin önünden geçiyoruz. 

Hünkar Mahfili camilerde padişahların namaz kılmaları için yapılmış özel bir bölümdür. Padişahların can güvenliği  için yapılan bu yapı  aynı zamanda bir saygı mahfilidir. Padişah halkın arasından mahfile doğru yürürken halk, hürmete binaen ayağı kalmak ister oysa padişah “Allahın evinde sadece Allaha saygı duyulur!” deyip herkesten önce camiye gelerek hünkar mahfilinde  namaz saatini bekler. Yoksa “namazda bir hamalla bir padişahın farkı yoktur!” 

Ayrıca Kabe'den getirildiği rivayet edilen ve mihrabın sağında bulunan Kabe Taşı, özel bir ziyaret noktasıdır. (Rükn-i Yemani’den gelen kutsal taş, yani Kabe’den gelen bir taşın caminin duvarında yer alıyor Yıldırım Beyazıt Dönemi’nde Osmanlılar Balkanlarda epey ilerlemiş hatta Niğbolu Kalesi alınmıştır. Bunun üzerine Abbasi Halifesi Yıldırım Beyazıt’a ‚Sultan’ Ünvanını verir ve de Rükn-i Yemani’deki kutsal taşın bir parçasını hediye olarak Edirne’ye göndertir. İşte o taş Eski Cami’nin duvarında yer almaktadır.)

Eski Cami’ye ait başka bir ayrıntı da Edirne Halkının her gün sabah namazını kıldıktan sonra gün ağarana kadar ibadet etmeye devam ediyor oluşu. Bunun nedenini Talha Uğurluel şöyle naklediyor;  “Halk bunun tarihi nedenini bilmeden yapsa da, aslında neden caminin duvarında yazılı olan Hadisi Şerif’te gizli: ‚Kim sabah namazını kıldıktan sonra gün ağarana kadar ibadetle meşgul olur, gün ağardığında 2 rekat bir kuşluk namazıyla nihayete erdirirse ibadetini, ona bir hac ve umre sevabı verilir.”

Farklı bir anlatıma göre de; kutsal taşın önünde iki rekat namaz kılanların duaları kabul edilir şeklinde bir inanç yaygındır. Eski Cami Edirne'de duaların kabul edildiği dört yerden biri olarak bilinir.


Faydalanılan Kaynaklar


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder